Sait EBİNÇ (*)
Birgün 26 Nisan 2010
Feodal ilişkilerin egemen olduğu toplumlarda servet, kendi için bir amaç olmaktan çok kendi üstünde başka amaca hizmet içindir. Servet sürekli biçimde değer yaratan bir faaliyet olarak değil daha çok tüketim[1] gösteriş boyutuna yöneliktir. Bu gösteriş ve tüketim boyutu feodal toplumun hiyerarşik yapısı içinde başkalarını belli bir davranışa yöneltmenin, onlara egemen olmanın ve üstünlük bilincinin temel aracı olarak işlev görür. Servetin bu amaca yönelik olarak işlev görmesi, servet sahibini kültürel olarak kapitalizmin “işadamı”ndan farklı kılar. Bu olgunun ortaya çıkış koşulları ise çok yönlüdür. Örneğin bir defalık şansla rantiye vurgun adamı, kaçakçı, servet sahibi olarak ortaya çıkabilir. Kapitalist ilişkilerle feodal ilişkilerin iç içe bulunduğu bir toplumsal formasyonda, batılı anlamda kapitalist bir işadamını bu kültürün oluşturması güçtür.
Bugün Van’da siyasetin ana eksenini bu sınıflar oluşturmaktadır. Kapitalizmle feodalizmin iç içe geçtiği bu yapının işadamı tipolojisi, dinle tefeciliği, şeyhlikle ticareti mükemmel bir biçimde mecz eden, öbür dünyanın avansını bu dünyada servete/sermayeye dönüştüren bir sınıf olarak kendini gösteriyor. Kırsal alandaki feodalizmin kaba gücüyle kapitalist ilişkiler içinde edinilen ekonomik güç birleşince ortaya çıkan iktidar kategorisi artık önünde hiçbir engel tanımayan egemen bir güce dönüşmüştür. Bölgenin önemli kentlerinden biri olan Van, bunun iyi örneklerinden biridir. Van hem kapitalizmin tüccar-tefeci sınıfı bakımından, hem de feodal ilişkiler bakımından aşiret, cemaat, tarikat yapılarının iç içe geçtiği çoklu bir üretim biçiminin toplumsal ilişkilerini ve bu ilişkilerin birbirlerini dönüştürme düzeylerini yansıtması bakımından adeta laboratuvar konumunda bir kenttir.
Toplumsal Çeşitlilik
Osmanlı’nın geleneksel sınıf yapısı içinde 1915’e kadar Van’da kentli orta sınıf, imparatorluğun birçok yerinde olduğu gibi gayrimüslim azınlıklardan oluşmaktaydı. Nüfusun geri kalanı, bu sınıfın yanında askerî ve sivil bürokraside yer alan Türkler ve bunların altında kırsal alanda geniş yığınları oluşturan Kürtler’den oluşmaktaydı. 1915 Tehciri’yle Ermeniler’den boşalan alan Anadolu’nun diğer kentlerinde olduğu gibi Van’da da “yerli” Müslüman kesimin gayrimenkullerini ve servetlerini artırmalarına fırsat sağlamıştı. 1915 Tehciri sonrası Van Gölü’nün güneyinde pek çok köyün nüfusu, Kafkasya ve İran’dan göç etmiş aşiret topluluklarıyla yenilendi. Van’ın savaş öncesi nüfusu çok sayıda Ermeni, Keldani ve Nasturilerden oluşuyordu. Birinci Dünya Savaşı’nda, bu nüfus tehcir edilirken, bir kısmı da ülkenin batı bölgelerine göç etti. Van’a yerleştirilen göçebe aşiretlerin çoğu yerleşik tarım ve bağ bahçe kültüründen yoksun oldukları için Ermeniler’den kalan bağcılık ve meyveciliğe yönelik alanlar da tarla ya da otlak haline dönüştürüldü[2].
Ekonomik Yaşam Ve Aşiret Kültürü
Cumhuriyet’in ilk yirmi yılında Van ekonomik açıdan fazla gelişme sağlayamamış ancak 1945 yılından itibaren demiryolu ve daha sonra 1950’li yıllarda karayollarının yapılmasıyla Van’ın ülkenin diğer bölgelerine bağlanmasıyla birlikte göreceli olarak kırsal kapitalist ilişkilere açık hale gelmişti.
Doğu Anadolu’nun sınırlarında bulunan kentler, Osmanlı döneminden başlayarak özellikle savaşın ilk eşiğini oluşturan garnizon kentleri olarak daha çok savaş ekonomisinin gereklerine göre örgütlenmiş kentlerdi. İmparatorluk döneminde kentlerin varlık nedenlerini oluşturan bu durum Cumhuriyet döneminde de uzun yıllar bu özelliklerini devam ettirmiştir. Bu nedenle Cumhuriyet döneminde Van’da eşrafın ilk servet ve sermaye birikimlerinin kaynağı askerî iaşe ihaleleri ve ordu müteahhitliğiydi. Örneğin Van’da Yörükzâdeler ve Altayzâdeler diye anılan eşraf sınıfının ilk servet ve sermaye birikiminin askerî iaşe ihalelerinden elde ettiklerini görüyoruz.[3] Bu ailelerin diğer bir özelliği hem imparatorluk döneminde hem de Cumhuriyet döneminde askerî bürokrasi içinde yer alan kentli yerleşik aileler olmasıdır. Buradaki kent kavramı tarihsel bir kategori olarak Avrupa’da gelişen kent kavramından elbette farklıdır. Antik dönemde ‘cite’ (site) olarak bilinen kentlerin ortaya çıkışı kutsal bir mabet etrafında oluşan toplumsal örgütlenmeler biçiminde gelişen kentlerdi. Ortaçağ’da ise kentleri ortaya çıkaran ticaret burjuvazisidir. Kuzey İtalya’nın Venedik, Cenova, Floransa gibi kentleri 15. yüzyılda kapitalizmin gelişmesine koşut olarak ortaya çıkmışlardı.[4]
Genel olarak Doğu’da özel olarak da Doğu Anadolu’da böyle bir sınıfa nüve teşkil edecek yerli bir kategori oluşmamıştı. Ancak 19. yüzyılın ikinci yarısından başlayarak Anadolu’nun birçok kentinde olduğu gibi küçük burjuva sınıfı kategorisine girecek topluluk Ermenilerdi. Hatta birçok Anadolu kentinden daha büyük olmak üzere İran-Van-Trabzon hattında ticareti organize eden o günün ölçülerinde uluslararası ticaret olarak da rahatlıkla tanımlanacak etkinliklere egemen kesim yine Ermeni cemaatiydi. Son yıllarda Tehcir ile ilgili yayınlanan anılarda Van’da yaşamış birçok Ermeni Trabzon ve Van’da ticarethaneleri bulunan büyük servet sahibi Ermenilerdi.[5] Tehcirden sonra Van’da Ermenilerin yerine Kuzey Kafkasya’dan ve İran’dan gelen göçebe Kürt ve Türk aşiretleri yerleştirilerek kentin yaşamı canlandırılmaya çalışılmıştı. İran ve Kafkasya üzerinden gelen göçebe aşiretlerin Ermenilerden boşaltılan köylere yerleştirilmesinin bir nedeni de stratejik bir amaçtan kaynaklanmaktaydı. Birinci Dünya Savaşı sonrası 1919 Paris Konferansı’nda gündeme gelen Ermeni sorunu ve daha sonra 1920 Sevr Antlaşması’yla Van’ın Ermenilere bırakılacağı kararlaştırılınca Wilson Prensipleri’ne göre kurulan komisyonlara karşı Van’da yaşayan egemen nüfusun Müslümanlar olduğunu göstermek için bu aşiretlerin Van’a yerleşmelerine izin verilmişti. Bu aşiretler daha çok Ermeniler’den boşalan merkez köylere yerleştirilmiş. İran’dan gelen Küresin Azeri aşireti de Van merkeze yerleştirilmişti. Bugün, Van ve çevresinde nüfus olarak büyük bir çoğunluğa sahip olan Brukan aşireti, 1954 yılından başlayarak kent içi kaynakların dağılımında siyasal ve bürokratik araçları kullanmada diğer aşiretlerden daha etkin bir konumda olmuştur.
Aşiret yapılarının çözülmesinde kentleşme, eğitim, kırdan kente göç gibi faktörler kısmen etkili olsa da toplumsal ve sınıfsal farklılaşmayı yapısal olarak üretecek sanayileşmeden bağımsız olarak aşiret yapılarında meydana gelen bu çözülmeler sadece bu yapıların organik bütünlüğünün çözülmesiyle sınırlı kalmaktadır. Aslında bu dönüşüm feodal üretim biçiminin toplumsal ilişkilerinden tamamen bir kopuş değil, aynı ilişkiyi modern formlar içinde yeniden üreten bir durumdur. Aşiret cemaat ilişkilerini yapısal olarak tasfiye edecek bir dönüşüm gerçekleşmediği için aşiret ve cemaat yapıları içinde kentlilik ve yurttaşlık kavramları geleneksel zihniyetin egemen olduğu grupların yaşam ve kavram dünyalarında kolaylıkla yer etmemiştir.
Bu nedenle aşiret ve cemaat kültürünün dışında kalmış Van’da bugün birkaç yerleşik ailenin dışında zanaat ve meslek anlamında üç kuşak geriye sayacak nüfus çok azdır.
Van’daki mezarlıklarda yapılacak incelemede eski yerleşim yeri olan Van şehrinde kale semtindeki Galip Paşa ve amcasına ait mezar taşının dışında 1840’tan önce yazılı tek bir mezar taşına rastlanılmaz. Yazı geleneği olmayan kırsal bir formasyon içinde biçimlenmiş, şifahi ümmî kültürün üzerine kentlilik geleneğinin yerleşmesi ve kurumsallaşması da güçtür.
Toprak Ve Hak
Savaş sonrası Van’a dönen nüfusla birlikte Van’ın kent nüfusu 1921’de 3 bindir [6]. Savaş öncesi kent nüfusu ile savaş sonrası nüfusu karşılaştırılırsa o yıllarda Van tam bir ölü kent görünümündedir Savaş koşulları içinde oluşan otorite boşluğundan da yararlanarak Ermeniler’den kalan arazi ve mülkleri işgal edildiği yıllar “hak” kavramından çok “zapt” kelimesinin geçerli olduğu yıllardır. Kent içindeki ve kırsal kesimdeki Ermeniler’den kalan metruk ve mevkuf topraklara Rousseau’nun doğal düzenindeki gibi bir toprak parçasına kazığı önce kim çaktıysa toprağın onun sayıldığı yıllardır. Bugün Van’ın kent merkezi olarak kurulan alan Birinci Dünya Savaşı öncesinde daha çok Ermeniler’in meskûn oldukları Aykestan (Bahçekent) olarak bilinen alandı. Müslüman Türk nüfusun meskûn olduğu alan ise Van kalesinin güneyinde surlarla çevrili Şahesdan denilen alandı. Tehcir sonrası Aykestan (Bahçekent) yerleşim alanlarındaki toprakların büyük bir kısmı Van’da iki üç aile tarafından Emval komisyonları aracılığıyla kendi üstlerine kaydedildi. Bu ailelerden örneğin Altayzadeler’den Mehmet Efendi aynı zamanda Emval-i Metruke komisyonu üyesidir. Ermenilerden kalan mülklerin Van’da yerli eşraf tarafından el konulması kent ve yakın çevresinde 1940’lı yıllara kadar, kırsal alanda ise bu “zapt” etme süreci ise 1960’lı yıllara kadar devam etmiştir. Bu dönem süresince Doğu Anadolu’nun kadastrosu yapılamamıştır. Örneğin Van’da tapusuz, hazine kayıtlarına bile geçmeyen arazilerin olduğunu gösteren birçok kanıt vardır. 1960’lı yıllarda kadastro ve toprak tevzii komisyonunun çalışmalarında keşif heyetlerine verilen ifadelerde “bu toprağı babam zaptetti, dedem zaptetti” yollu açıklamalar servetin kökeni ve kaynağını göstermesi bakımından önemlidir.[7]
Ortaçağ’da aristokrat sınıf Venedikli ticaret burjuvazisi için “Non avat, non seminat, non vendemiat” (tarla sürmez, ekin ekmez, bağ bozmaz) deniliyordu. Yüzyılın “Ekin bilmez bağ bozmaz” [8] deyimine benzer nitelemeler bugün Van’da da yerleşik halkın diline yerleşmiş deyimlerdir. Bu sözler Van’a sonradan yerleştirilen aşiretlere yönelik olarak dillendirilmektedir. Kentin tarihsel ve toplumsal dinamiklerinde bu nomadik geleneğin bugünkü siyasal davranış ve kavrayışı belirlediğini söylemek mümkündür.
Siyasi Kültür
Kenti siyasal davranış ve kavrayış biçimleri açısından değerlendirdiğimizde Van örneğinden hareketle şunları söylemek mümkündür; siyasal kavrayış ve siyasal kültür büyük kısmı itibariyle cemaat ve aşiret kültürünü tam olarak aşamamıştır. Kent düzlemindeki siyasetin 1980’lere kadar genel seçimlerde aşiretler kırsal düzeyde belirleyici bir etkiye sahipken, 1980 sonrası aşiret ve cemaat yapısı içindeki siyasal tavır kentin yerel yönetimini de artık belirler duruma gelmiştir. Kent düzleminde siyasal kavrayışın çağdaş karşılığı yoktur. Çünkü kentte halen siyasetin temel kurucu ögeleri aşiret ve cemaat kavrayışı içinde belirlenmektedir. Biçimsel olarak ve söylem olarak her ne kadar modern söylemin sözlüğü kullanılsa bile yapısal olarak bu siyaset biçimi aşiret ve cemaat kültürü içinde biçimlenmektedir.
Modern siyasal kültürün temel kurucu öğeleri olan siyasal partiler ve onların dayandığı sınıfsal ayrımların farkında olan bir sınıf bilinci gelişmemiştir. Siyasal düzlemde bireyi üretecek, her defasında onu yaşatacak ve bir bilinç kodu haline getirecek örgütlenme kültürünün aşiret ve cemaat yapıları dışında onlara alternatif olacak demokratik kurumların ve bu kurumları oluşturacak demokratik iklimin oluşmasına da izin verilmemiştir. Bunun temel bölgede özellikle II. Abdülhamit döneminden başlayarak Hamidiye Alayları ve pan-İslam politikasının araçları olarak aşiret tarikat ve cemaatlerin Ermeni milliyetçiliğine karşı himaye edilmesi politikasıdır. Aynı politikayı daha sonra İttihat ve Terakki Partisi de II. Meşrutiyet’in ilanından sonra takip etmiştir. Bu politikanın Cumhuriyet dönemindeki uzantısı ise, 1930 Ağrı İsyanı’ndan sonra Doğu Anadolu’da Kürt milliyetçiliğinin ivme kazanmasıyla, bunlara karşı geliştirilen 1934 İskân Kanunu’nun uygulamalarından sonuç alamayınca devletin denge unsuru olarak aşiret ve tarikatları desteklemese bile bunların gelişmesine göz yummasıdır. Bu tarihten sonra da devletin doğudaki yüzü batıdaki laik yüzünden farklı olmuştur.
1950’de Demokrat Parti’nin iktidara gelmesiyle birlikte aşiret ve cemaatler bölgede ekonomik ve siyasal nüfuzlarını artırmışlardı. Bu tarihten sonra ne feodal üretim ilişkilerini çözecek sanayileşme ne de geleneksel yapıyı ideolojik düzeyde dönüştürecek eğitim kurumları toplumsal yapıyı değiştirecek düzeyde bölgeye taşınamamıştı. Kentin ekonomik ve toplumsal değişim süreci 1950’den sonra kırsal alandan kente göçle hızlanmıştır. Ülkenin her bölgesinde olduğu gibi bu dönem Van’a daha çok merkez köylerden göçler kesintisiz devam etmiştir. Bu dönem Türkiye’de traktörlerin köylere yoğun olarak girdiği yıllar olmasına karşın Van’daki göçün temel nedeni, tarımdaki makineleşme olgusundan bağımsız olarak kentte kamu kurumlarının açılması idi. Kent merkezinde kırdan kopmuş emeği kısmen de olsa bu kurumlar istihdam etmekteydi. 1963 Köy Envanter Etütlerinin verilerine göre Van’da traktör sayısı sadece 11’dir. Beş yüze yakın köyü bulunan Van’da bu sayının göç olgusunu açıklamak için yeterli bir sayı olmadığı açıktır.
Sonuçta…
Van’ın ekonomik toplumsal ve siyasal tarihindeki değişim ve dönüşümler, Türkiye’deki makro düzeydeki değişimin bir yansıması olarak okunduğunda, toplumsal ve siyasal düzeydeki farklılaşmanın sonucu olarak Türkiye’de 1960’lı yılların ikinci yarısında gelişen ve güçlenen sol siyaset, Kürt sorununu da gündeme taşıyıp bu konuda çözüm önerileri geliştirmişti. Bu süreç, 12 Mart 1971 Muhtırası’yla Türkiye İşçi Partisi (TİP) kapatılarak kesintiye uğratılacaktı. 1970’lerde tekrar güçlenen sol siyasal hareketler bu kez 12 Eylül askerî cuntası ile Türkiye’de siyasal bedenin sol tarafına indirdiği darbeyle siyasal bedenin sol tarafını tamamen felç ederek ‘Türk-İslam Sentezi’ ideolojisiyle toplumsal iktidarın sağ tarafını güçlendiren aşiret tarikat cemaat örgütleri aracılığıyla toplumsal meşruiyet alanını genişletecekti.
Sonuç olarak feodalizmin yaşam kalıpları ve tasavvurlarıyla kurulmuş, teçhiz edilmiş bir zihniyeti yalnızca ideolojik mekanizmalarla dönüştürmek güçtür. Bunun yanında, bunları çözmeye yönelik kurulan ideolojik üst yapı kurumlarının kendi toplumsal tiplerini ve sınıflarını üretemediği ya da zayıf kaldığı koşullarda, bu aygıtların eski üretim ilişkilerinin egemenliği altına girmesiyle sonuçlanmaktadır.
(*)Yrd. Doç.Dr., Yüzüncü Yıl Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Kamu Yönetimi Bölümü Siyaset Bilimi Anabilim Dalı öğretim üyesi
[1] Marx, feodalizmin tüketim yönlü bir üretim biçimi olduğunu şu sözlerle açıklar: “Hegel’in haklı olarak dediği gibi, feodal soyluluğun, lideri elinde avucunda ne varsa tüketmekten ibaret“ alışılagelmiş yaşam tarzı olduğunu belirtir. Bkz. Karl Marx. F. Engels ‘Kapitalizm Öncesi Üretim Biçimleri’. s. 154–155.
[2] Martin Van Buriness. ‘Ağa Şeyh Devlet’, İletişim Yayınları, Çev.: Banu Yalkut, İstanbul 2004, s.256.
[3] Van Gazetesi. 1942, sayı: 354, s. 3.
[4] Henri Pirenne. ‘Ortaçağ Kentleri’, çev.: Şadan Karadeniz, İletişim Yayınları, İstanbul 1991, s. 105.
[5] Verjine Svazlian. ‘Ermeni Soykırımı ve Toplumsal Hafıza’, çev.: Emine Demir, Belge Yayınları, İstanbul 2005, s. 56.
[6] ‘Van İl Yıllığı’, Van Vilayet Yayınları, 1963, s.35.
[7] Bölgede uzun yıllar Asliye Hukuk hâkimliği yapmış emekli bir hâkim, yaptığım görüşmede kent içinde ve köylerde keşif komisyonlarına verilen ifadelerin hep bu yönde olduğunu belirtmiştir.
[8] Fernand Braudel. ‘Maddi Uygarlık Ekonomi ve Kapitalizm’, Gece Yayınları, cilt: 3, Ankara 1997, s. 467.