Ana Sayfa / Eğitim / Küresünnilerde Sosyo Kültürel Yaşantı
Küresünnilerde Sosyo Kültürel Yaşantı

Küresünnilerde Sosyo Kültürel Yaşantı

 ahi evrenAhi Evran Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Antropoloji Bölümü öğrencisi Ayşenur ÇİÇEKEL tarafından Küresünnilerde Sosyo Kültürel Yaşantı konulu tez çalışılmıştır. 

Kültür her toplumda var olan değerler bütünüdür. Aynı zamanda bir toplumun örf, adet, gelenek, görenek ve yaşam tarzını etkileyecek tüm değerler barınmaktadır. Küresunniler Türkiye’nin Van şehrinde yaşayan ve kaybolmaya yüz tutmuş bir kültüre sahip olan topluluktur. Aynı zamanda bu kültür alışverişinden kazanmış oldukları bir takım kültür özelliklerini kendi kültürleriyle bütünleştirmişlerdir. Küresunniler İran ve Güney Azerbaycan’da yaşamış oldukları dönemdeki kültür ve geleneklerini tamamen yaşayamamaktadırlar. Yapılan bu Küresünni kültürel araştırma çalışmasında görüşmecilerinden yoğun olarak eskiden var olan adetlerin günümüzde uygulanıp uygulanmadığı sorgulanmış ve eski yeni arasındaki farklar ortaya çıkarılmaya çalışılmıştır.

T.C.

AHİ EVRAN ÜNİVERSİTESİ

FEN-EDEBİYAT FAKÜLTESİ

ANTROPOLOJİ BÖLÜMÜ

 

 

KÜRESÜNNİLERDE SOSYO-KÜLTÜREL YAŞANTI

 

 

 

AYŞENUR ÇİÇEKEL

 

 

TEZ YÖNETİCİSİ

Yrd. Doç. Dr. LÜBNA OMAR

 

 

         KIRŞEHİR, 2014


 

 

 

İÇİNDEKİLER

TEŞEKKÜR

ÖZET

GİRİŞ

1.KÜRESÜNNİ KELİMESİNİN TARİHİ GELİŞİMİ …………………………… 1

2.KÜRESÜNNİ TARİHİ……………………………………………………………………….. 2

   a) Anadolu’ya Göç………………………………………………………………………………. 3

MATERYAL-METOD………………………………………………………………………….. 4

ANKET ÇALIŞMASI……………………………………………………………………………. 4

                                  I.BÖLÜM

HAYATIN ÇEŞİTLİ SAFHALARIYLA İLGİLİ İNANÇ ADET VE                     UYGULAMALAR

1.DOĞUM……………………………………………………………………………………………… 7

a) Düşük Yapma Nedenleri Ve Düşükten Korunma Yöntemleri ……………… 8

b) Doğum İçin Yapılan Hazırlıklar………………………………………………………….. 9

c) Göbek Bağı İle İlgili Yapılan İşlemler…………………………………………………… 10

d) Ad Koyma(Şeşe Gecesi……………………………………………………………………….. 10

e) Lohusa Dönemi…………………………………………………………………………………… 11

f) Sütü Gelmeyen Lohusa Kadının Yapması Gerekenler………………………….. 13

2.ÇOCUKLUK……………………………………………………………………………………… 13

a) Kırklama……………………………………………………………………………………………. 13

b) Diş Hediği…………………………………………………………………………………………… 14

c) Çocuğu Nazardan Koruma…………………………………………………………………. 15

d) Çocuk Ölümlerinin Nedenleri……………………………………………………………… 15

e) Sünnet Ve Kirvelik……………………………………………………………………………… 16

f) Askerlik……………………………………………………………………………………………… 17

3.DÜĞÜN……………………………………………………………………………………………… 17

a) Kısmet Açma Ve Kapatma………………………………………………………………….. 18

b) Kız Görme Ve Kız Beğenme……………………………………………………………….. 19

c) Kız İsteme…………………………………………………………………………………………… 19

d) Nişan Ve Nişanlılık……………………………………………………………………………… 20

e) Düğün Tarihinin Belirlenmesi……………………………………………………………… 22

f) Çeyiz Hazırlıkları Ve Çeyiz Serme……………………………………………………….. 22

g)Kına Gecesi Adetleri……………………………………………………………………………. 24

h)Düğün Adetleri……………………………………………………………………………………. 25

4.ÖLÜM VE ÖLÜ GÖMME………………………………………………………………….. 30

                                    II. BÖLÜM

DİĞER İNANÇ ADET VE UYGULAMALAR                      

1.TABİAT OLAYLARI İLE İLGİLİ İNANIŞLAR………………………………… 35

 a) Ay Ve Güneş Tutulması İle İlgili İnanışlar………………………………………….. 35

 b)Yıldızlar İle İlgili İnanışlar………………………………………………………………….. 35

Şafak Yıldızı İle İlgili İnanışlar………………………………………………………………… 35

Leyla İle Mecnun Yıldızları İle İlgili İnanışlar………………………………………….. 35

 Ülker Yıldızı İle İlgili İnanışlar……………………………………………………………….. 36

 c) Gökkuşağı İle İlgili İnanışlar………………………………………………………………. 36

2.YAĞMUR DUASI VE YAĞMUR YAĞDIRMAK İÇİN YAPILAN UYGULAMALAR          36

 

3.DOLU DİNMESİ İÇİN YAPILAN UYGULAMALAR ………………………. 37

4.RÜZGAR VE ETKİLERİ İÇİN YAPILAN UYGULAMALAR………….. 38

5.DİĞER DOĞA OLALARI İLE İLGİLİ İNANIŞLAR…………………………. 38

a) Koç Karı……………………………………………………………………………………………. 38

b) Çilleler……………………………………………………………………………………………….. 38

c) Cemileler (Cemreler)…………………………………………………………………………… 40

d) Berdele Cü…………………………………………………………………………………………. 40

e) Gamış Gıran (Camız Kıran)………………………………………………………………… 40

6.BELİRLİ VE ÖZEL GÜNLER…………………………………………………………… 41

a) Nevruz Bayramı…………………………………………………………………………………. 41

b) Hıdırellez……………………………………………………………………………………………. 41

7.DİNİ BAYRAMLAR İLE İLGİLİ YAPILAN UYGULAMALAR………. 42

8. CİNLER İLE İLİGİLİ İNANIŞLAR………………………………………………….. 43

9. KÜRESÜNİLER DE YEMEK KÜLTÜRÜ……………………………………….. 44

a) Yemek Çeşitleri………………………………………………………………………………….. 44

b) Küresünniler’de Ramazan Ayında İftar Ve Sahur………………………………. 48

10.KÜRESÜNNİLER DE GİYİM KUŞAM…………………………………………… 49

11.KÜRESÜNNİLER DE ÇOCUK OYUNLARI…………………………………… 50

12.KÜRESÜNNİLERDE ÇEŞİTLİ İNANIŞLAR………………………………….. 53

13.KÜRESÜNNİLER DE HALK HEKİMLİĞİ…………………………………….. 55

14.KÜRESÜNİ DİLİNDE ŞİİRLER………………………………………………………. 57

15.KÜRESÜNNİLER DE TÜRKÜLER………………………………………………… 66

16.KÜRESÜNNİLERDE MANİ VE AĞITLAR……………………………………. 69

17.KÜRESÜNNİLER DE BİLMECELER…………………………………………….. 72

SONUÇ…………………………………………………………………………………………………. 73

EKLER…………………………………………………………………………………………………. 74

KATILIMCI OLANLARIN KİMLİKLERİ İLE İLGİLİ BİLGİLER……. 74

KAYNAKÇA………………………………………………………………………………………… 80

 TEŞEKKÜR

Bu tez çalışmasında yardımlarını benden esirgemeyen tez hocam Lubna OMAR yönlendirme ve değerlendirmede yardımcı olan Prf. Dr. Ahmet GÖKBEL e, düzenleme ve kaynakçada yardımcı olan Oktay ASLANTAŞ ve manevi destekleri için aileme teşekkür ederim.

 ÖZET

Kültür her toplumda var olan değerler bütünüdür. Aynı zamanda bir toplumun örf, adet, gelenek, görenek ve yaşam tarzını etkileyecek tüm değerler barınmaktadır. Küresunniler Türkiye’nin Van şehrinde yaşayan ve kaybolmaya yüz tutmuş bir kültüre sahip olan topluluktur. Aynı zamanda bu kültür alışverişinden kazanmış oldukları bir takım kültür özelliklerini kendi kültürleriyle bütünleştirmişlerdir. Küresunniler İran ve Güney Azerbaycan’da yaşamış oldukları dönemdeki kültür ve geleneklerini tamamen yaşayamamaktadırlar. Yapılan bu Küresünni kültürel araştırma çalışmasında görüşmecilerinden yoğun olarak eskiden var olan adetlerin günümüzde uygulanıp uygulanmadığı sorgulanmış ve eski yeni arasındaki farklar ortaya çıkarılmaya çalışılmıştır.

 GİRİŞ

  1. KÜRESÜNNİ KELİMESİNİN TARİHİ GELİŞİMİ

Küresunniler küresünnü, küresünni, küresünlü, küresünli küresinli, küresinler, küresin, kurhesini, kuresunni, kuresunniler, kuresinliler, kuresinli, körasunni, koresonni kores sunni, korasmen, kasımlılar, kasımoğulları…

Bölgede Sünni kalabilen Azeri Türklerine zamanla Küre-sünni denilmiştir. “Küre” ön takısı Farsça ‘oğul-oğulları’ manasını taşımaktadır.(Türkdoğan 2005: 63).

Şah İsmail döneminde Safevi Devletinde Mezhebini değiştirmeyenlere yapılan işkencelerden biride kör etme olayıdır. Bu dönemde belki de Küresünniler kendi Şafii mezheplerinden dönemleri için kör edilmişler ve buna göre de Fas dilinde “Kuresonni” yani Kör Sünniler olarak adlandırılmışlardır.

Küresinlilerin, merkezi Tebriz olan Güney Azerbaycan’a Osmanlının hâkim olmasından sonra yerleşen Sünni Türkler oldukları şeklindedir. Azeri kökenlilerin büyük bir çoğunluğunun mezhep olarak şia oldukları düşünülürse, bu Azeri Türk topluluğu Sünniliği ile öne çıkmakta ve Küresünni adlandırılması yapılmaktadır.

İran’ın Salmas şehrinde yaşayan Sünni Müslüman Türklerin liderinin adı Kör Hasandır. Kör Hasan zaman içinde anlam değişmesi sonucunda “Kürdehese” “Körhasanlı” daha sonrasında da Küresinli aşiret adını almış olabilir.

Kür ve Aras Azerbaycan’ın önemli nehirlerindendir. Aras nehri, Kür (Kura) nehrinin bir koludur. Ayrıca coğrafi bakımdan Azerbaycan’ın en büyük düzlüğü Kür- Aras Ovasıdır. Dolayısıyla, Kür (Kura) ve Aras nehirlerinin isimleri birleşmesi de, Küresinli adını almış olabilir.(Levendoğlu 2006: 92).

Oğuzların Çepni boyu Karadeniz bölgesinde yaşamıştır. Daha sonra bu bölgeden İran bölgesine göç etmişler. Karadeniz’in Giresun bölgesinden geldikleri kanaati hâkim olup, zamanla “Giresunlu” Küresünlü adını almış olabilir.

Azerbaycan’ın Dilman şehri civarında otururlar; Şikak Aşiretinin tehdidi altında kendisine iltihak etmiş; papağını, büzmelisini atarak külah ve keçe yelek giymiş ve Küresin Aşireti adını almıştır.(Sabri Paşa 1982: 70).

2.KÜRESUNNİ TARİHİ

Küresünniler (veya Küresünli, Küresünnü, Küresinli), Azerbaycan hanlıklarından olan Makü hanlığı bünyesinde bulunan Oğuz Türkleridir. Oğuzların Avşar boyundan olan Küresünniler, bulundukları coğrafyadaki topluluklarından farklı olarak Sünni mezhebine sahip olduklarından, Safevi devletine karşı Osmanlı devletinin bir uç aşireti olmuşlardır. 1. Dünya savaşında Rusların bölgeyi işgal edip Ermenileri silahlandırmaları sırasında çok kayıp vermişlerdir. Günümüzde Küresünnilerin büyük bir çoğunluğu Güney Azerbaycan’ın Urmiye ve Türkiye’nin Van şehrinde yaşamaktadırlar.

Van yöresinde milli duyguları yüksek, türk olmakla gurur duyan, Türklük şuurları oldukça güçlüdür.(Türkdoğan 2005:63,64).

1921 yılında Kürt Şevli aşireti lideri (Simko İsmail) ile yaşanan çatışmalar neticesinde büyük bir topluluk halinde Van ili merkez köylerine ve Saray ilçesine yerleşmişlerdir.

a-Anadolu’ya Göç

24 Eylül 1925 tarih ve 2086 numaralı Şark Islahat Kararnamesiyle Küresünnilerin Van’a yerleşmelerine izin verilmiştir. Kararnamede: “Van şehri ile Midyat arasındaki hattın garbında Ermenilerden metruk araziye Türk muhacirleri (Küresünni) yerleştirilecektir.” denmektedir.(Öztürk 2007:29).

Küresünniler Cumhuriyet Döneminde guruplar halinde Türkiye’ye geçerek Van iline yerleşmişlerdir. Küresünnilerin İran’dan göç edip Türkiye’ye yerleşmelerinin çeşitli sebepleri arasında; İran’daki Şii yönetiminin Sünni Küresünnilere olan baskıları, İran’a saldıran Rusya ile birlikte hareket eden Ermenilerin baskıları, İran’ın Kotur Deresi civarında bulunan bir Kürt aşiretinin (Evdoi-Abduvi) lideri Simko Ağa’nın bölgede (özellikle Hoy ve Urmiye şehirleri civarında) bir güç oluşturarak, aşiret mensupları ve bölgeden zorla toplatıp kendine bağlı oluşturduğu silahlı bir güçle köylere baskınlar düzenlemesi gibi başlıca nedenlerdir. ( Celil 2007:81,82).

Bir diğer varsayıma göre;1921 ve 1922 yıllarında Küresünnilerin İran’da oturum yerlerinde çok karışıklıklar olmuştur. Bunlardan Ermenilerin Marmişo adlı liderliğinde isyanları ve ondan sonrada İsmail Ağa Simitgo adlı Kürt aşiretlerinin Ermenilerle savaşması ve Marmişoyu öldürmesidir. Bu sırada tabi ki İran Hükümeti de müdahalede bulunmuştur ve Osmanlılarda her zamanki gibi kurtarıcı rolünü oynamışlardır.

1301 Şemsi yılı (1922M) esasında söz ettiğimiz Kürtler, Ermeniler ve İran Devleti arasında çıkan savaşlarda tabi ki Küresünniler de boş durmamıştır ve kendi mal, can ve namuslarını korumak için silahlanmışlardır ve Küresünni mahal inin ( SalmasKüresünnilerinin köylerinin mecmuesi) merkezi olan Sılav köyünde toplanan aksakallardan emir beklemekteymişler. Tabii ki İran devleti Simitgoyu mağlup ettikten sonra, devletten başka bir güç istemiyordu. Küresünnilerinde silahlı kalmalarını makbul bulmamıştır, oyüzden bir mektup devlet komutanları tarafından Hasan SalmasitevessütüyleKüresünni aksakallarına Sılav köyüne gönderilmiştir ve onlardan kendi silahlarını teslim etmelerini ve devletten itaat etmelerini istemişlerdir. 25 Esed burcu gecesi devlet ordusunun bir kısmı Dilmekan da oturak eder ve sabah saat 11 de Muğancuk yolundan Sılava taraf hareket eder, gece 26sında devlet ordusu Sılav etrafında ikamet eder. ( Sılav köyünde su bulunmuyormuş ve o civar köyler bir nehirden su alıyorlarmış).

26’sı sabahında saat 7’de devlet ordusu Raviyan köyüne taraf ki Sılav’ın kuzey batısındadır; harekete başlar ve orada Seyyid Mir Hüseyn devlet ordusuna katılır ve Küresünnilerin teslim davetini kabul etmemelerini ve Osmanlı topraklarına göçe başlamalarını haber verir.

Şimdi o zamandandır ki bir büyük Küresünni aşireti Türkiye’nin doğusunda yaşamaktadır ki bazıları zaman zaman Türkiye’nin başka kentlerine de yerleşmişlerdir. Bu toplumdan bazıları geri dönse de birçoğu orada ikametgâh etmeye devam etti ve daha sonrada Türkiye onları vatandaşlığa kabul etti. Bu sırada birçok yakın akrabalar ayrı düştü. Bazen iki kardeş, bazense anne çocuk ayrı kaldı ve senelerce iki taraftan da kavuşmak hasreti ateşi yandı. (www. küresünniler.com).

 

 

MATERAYAL METOD

ANKET ÇALIŞMASI

Alan araştırması en fazla sosyologların ve antropologların çalışmış olduğu bilimsel bir teknik yöntemidir. Alan araştırması bir toplumun bilimsel araştırması yapılırken ele alınan tekniklerden bir tanesi ve en önemlisidir. Alana çıkarak bilgileri toplama ve bu bilgileri daha iyi yorumlayabilmeye yarar.

Araştırmacı, araştırma yaptığı toplumun yaşam tarzını, geleneklerini öğrenirken toplumun duygularına, yaşam tarzına, objektif bakar ve kendini o toplumdan sayar. Doğru bilginin de ancak bu şekilde edinileceğine ve toplamış olduğu verileri ancak bu şekilde yürütülen bir araştırma ile daha iyi aktaracağına inanır.

Kültürel antropoloji, ALAN ARAŞTIRMASINA dayalıdır. Yani başlıca yöntem, alan araştırmasıdır. Prof. Hart’ın “Antropoloğun çizmesi çamurlu olmalıdır” sözü, alan araştırmasını ifade eder. Bu yöntemin esası, araştırıcının araştırma yaptığı yöreye bizzat giderek oradan veri toplamasıdır.

Alanda bilgi toplamamanın iki temel tekniği katılarak gözlem ve görüşme (Mülakat) dir. Araştırmacı, alana gitmeden önce, genellikle bir araştırma sorunun seçer, bir ya da daha fazla hipotez formüle eder. Sonra bir araştırma planı oluşturur. Burada kurumsal varsayımlara yer verilir. Katılarak gözlemde araştırıcı, gözlemde bulunarak bir kültüre katılır. Bu teknik, araştırıcıya bir kültürü içinden görmeyi sağlar. Ayrıca, görüşme ile elde edilmeyen yönlerini görmeye yardımcı olur.

Gözlem yeterli değildir. İnsanların nasıl düşündüğünü derinlemesine incelemek için görüşmeye başvurulur. Formal veya informal olabilir.

İstatiksel çözümlemeler de antropolojide kullanılabilir. Farklı toplumsal olaylar arasındaki kuşku duyulan ilişkiler için gereklidir. Ayrıca kuşku duyulmayan ilişkilerin açığa çıkarılmasında da yararlıdır (Tezcan 2008:7,8).

 

 

Bu tez çalışmasında görüşmecilere sorulan sorular;

1-Kısmet açmak için yaptığınız bir takım işlem ve inanışlarınız var mı?

2-Akraba evliliği hakkında düşünceleriniz nelerdir?

3-Evlilik yoluyla dışarıya kız alıp verme var mıdır?

4-Başlık parası var mıdır?

5-Kız görme ve dünürcü yollama nasıl gerçekleşir?

6-Söz ve nişan adetleri nasıl düzenlenir?

7-Kına ve düğün adetleriniz nelerdir?

8-Gelin yeni eve gelince yapılan pratikler nelerdir?

9-Gelin ve damadı nazardan korumak için yaptığınız bazı uygulamalar var mıdır?

10-Düğünden sonra el öpme âdeti var mıdır? Ne zaman gerçekleşir.

11-Doğumdan önce ne gibi hazırlıklar yapılır?

12-Hamile kadının uygulaması gereken veya sakınması gereken şeyler var mıdır?

13-Doğumu kimler yaptırır?

14-Doğumu kolaylaştırmak için ne gibi işlemler yapılır?

15-Göbek bağı ile ilgili işlemler nelerdir?

16-Çocuğun cinsiyetini anlayabiliyor muydunuz?

17-Çocuk ölümlerinin nedenleri nelerdir?

18-Çok çocuk olmasını önlemek için alınan tedbirler nelerdir?

19-Çocuğu nazardan korumak için alınan önlemler nelerdir?

20-Sütü gelmeyen lohusa kadınlar için neler yapılır?

21-Kırklama işlemi ne zaman yapılır?

22-Diş hediği ne zaman ve nasıl yapılır?

23-Sünnet töreni nasıl yapılır?

24-Al avradı inancı var mıdır? Ne tür önlemler alınır.

25-Ölecek bir hasta için yapılması gerekenler nelerdir?

26-Ölü gömme, mezar şekilleri, mezar ziyaretleri gibi işlemler nasıl yapılır?

27-Taziye nasıl yapılır?

28-Ölünün 40 çıkınca ne gibi uygulamalar yapılır?

29-Tabiat olayları ile ilgili inanışlarınız veya yaptığınız uygulamalar var mıdır?

30-Cin ve şeytan ile ilgili inanışlarınız var mıdır? Bunlardan korunmak için alınan önlemler nelerdir.

31-Uğurlu ve uğursuz gün, sayı veya farklı inançlarınız var mıdır?

32-Hastalıklar için kendinizin almış olduğu önlemler veya iyileştirmek için çözümleriniz var mıdır?

33-Giyim kuşam gelenekleriniz nasıldı eskiden günümüze bir değişiklik olmuşumdur?

34-Yemek kültürleriniz nelerdir? Kışlık zahire hazırlıkları için neler yapılır?

35-Çocuk oyunları nelerdir?

36-Kültürünüzde kendi deyişleriniz, mani ve türküleriniz var mıdır?

 

 

 

I.BÖLÜM

HAYATIN ÇEŞİTLİ SAFHALARIYLA İLGİLİ İNANÇ ADET VE UYGULAMALAR

1.DOĞUM

Doğum bir toplumda evli olan bireylerin yuvalarını tamamlaması için etken olan mucizevi olaylardan biridir.

Çocuk sahibi olmak, her kültür ve toplum için neslin devamı olarak kabul edilmektedir ve her toplumda evlat sahibi olmak önemli bir faktördür.

Küresünniler de hamile kadına yüklü, uşaklı, gebe gibi isimler verilir. Hamile kadının doğacak olan çocuğunun cinsiyetinin belirlenmesi çeşitli gözlemler ile tahmin edilmeye çalışılır. Örneğin;

  • Eğer kadının basenleri geniş, karnı yayık, yüzü lekeli, ekşi yiyeceklere aşeriyor ve çok uyuyorsa doğacak olan bebeğin cinsiyetinin kız olacağı düşünülür.
  • Eğer kadının karnı sivri, kaşı kirpiği dökülmüş ise ve tatlıya aşeriyorsa, doğacak olan bebeğin cinsiyetinin erkek olacağı düşünülür.
  • Doğacak bebeğe doğumdan önce kıyafet yapılırken, bitim aşamasında odadan içeri erkek girdiyse doğacak çocuğun erkek olacağı; giren kişi kadın ise doğacak olan çocuğun kız olacağı düşünülür.
  • Kadın daha hamile kalmadan önce leğen kemiği geniş ise doğuracağı ilk çocuğun erkek, leğen kemiği dar ise doğuracağı ilk çocuğun kız olacağı düşünülür.
  • Hamile kadının doğuracağı çocuğun cinsiyetini öğrenmek için tandıra bir parça hamur atılır. Hamur çatlarsa kız olacağı, hamur şişerse erkek olacağı düşünülür.
  • Bir diğer inanışa göre ise hamileliği esnasında ayvaya aşeren kadının doğacak çocuğunun gamzeli olacağı düşünülür.

Günümüz de ultrason yöntemi ile bebeklerin cinsiyeti öğrenildiği için bu tür işlemler günümüzde uygulanmamaktadır, geçerliliğini yitirmiştir.

a-Düşük yapma Nedenleri ve Düşükten Korunma Yöntemleri: Düşük yapma ve düşükten korunmak için eskiden bir takım yöntemler gerçekleştirilirdi. Bunlar:

  • Düşük yapan bir kadının kanaması ve sancısı dinsin diye sıcak kül üzerine oturtulurdu.
  • Hamile kadın mezar ve türbe ziyaretlerine götürülmez, gece yalnız bırakılmaz, tek başına dışarı çıkmasına ve tek başına gezmeye gitmesine izin verilmezdi. Kadının düşük yapacağı düşünülürdü.
  • Ağır iş gören ve ağır kaldıran kadınların çocuğu düşerdi.
  • Bazen de istenmeyen çocuk bilerek düşürülürdü. Bunun için de çeşitli koca karı ilaçları kullanılırdı. Örneğin; şetere denilen ot kaynatılıp kına ile karıştırılıp içilir ve böylece düşüğe yol açardı.
  • Düşük yapmak isteyen kadının göbeğine ve sırtına baskı uygulanır veya el ile göbek ezilerek çocuğun düşmesine neden olunurdu.
  • Genelde hamile olan kadına nazar değeceği düşüncesi ile kadının hamileliği bir süre çevreden gizlenirdi.
  • Kadın düşük yapınca kara nıft denilen ilaç keçe üzerine yumurta ile sürülerek rahime bırakılır bu da sancının azalmasına neden olurdu.
  • Çocuğu çok ölen ya da hamile kalamayan kadın, yedi hamile kadından para ya da kumaş parçası toplar bu kumaşlardan kendine elbise dikip giyerdi ya da verilen paralar ile elbise satın alıp giyerdi. Bebeği olmayan veya sürekli düşük yapan kadın kumaş parçası topladığı kadınların kendisine hayrının dokunacağı düşüncesinden dolayı bundan sonra hamile kalabileceğini veya çocuklarının bir daha ölmeyeceğine inanırdı.
  • Çocuğu yaşamayan kadınlar bir hocaya başvurarak ‘kurtağzı’ denilen muskayı yaptırır. Bu muska büyük üçgen şeklindedir. Kadın çocuk sahibi olduktan sonra çocuğu yedi kez o muskanın içinden geçirir ve tekrar sağlıklı bir çocuğu olana kadar bu muskayı kadın boynundan çıkarmaz.

Eskiden yapılan bu uygulamamalar günümüzde geçerliliğini yitirmiştir

b-Doğum İçin Yapılan Hazırlıklar: Eskiden doğum için hastaneye gidilmez, evde ebeler yardımı ile doğum gerçekleştirilirdi. Doğumu zor olan kadınlar için doğumu kolaylaştırmak adına bazı yöntemler uygulanırdı. Bu yöntemler:

  • Kadının doğum yapacağı yerde Kuran-ı Kerim bulundurulurdu.
  • Kadın sıcak su dolu leğene oturtulurdu.
  • Kadının saç bağı çözülürdü.
  • Kadının rahim bölgesine zeytinyağı sürülerek genişlemesine yardımcı olunurdu.

Günümüzde ise genel olarak doğumlar hastanelerde gerçekleştiği için bu yöntemlere artık gerek kalmamaktadır.

Doğum öncesinde doğacak olan çocuğa çeşitli hazırlıklar yapılır. Doğacak olan çocuk için hem erkeğin annesi hem de kadının annesi tarafından hazırlık yapılır. Kadının annesi doğacak olan çocuğa yatak, yorgan, yastık, çocuğun annesi için yorgan ve çocuğun altına bağlanan ”çırpek”adı verilen basma bezler hazırlar. Bunun yanı sıra hem kadının hem erkeğin anneleri “gedek” adı verilen uzun dize kadar gelen çocuk elbisesi dikerlerdi. Erkeğin annesi de doğacak olan çocuğa elbise, hırka, çorap, kundak,  çırpek dikip hazırlar ve beşik yaptırır.

Günümüzde ise bu hazırlıklar daha modern bebek giysileri ve çeşitli bebek aksesuarları ile tamamlanmaktadır.

Doğum zamanı geldiğinde lohusa yatağı hazırlanır, doğumu yaptıracak olan kişiye önceden haber verilirdi.

Doğum yapan kadının annesi çocuğa ve çocuğun annesine hazırlamış olduğu eşyaları vermek için yakın akrabaları ve komşu kadınları toplayarak kızının evine gider. Gelen davetliler de çocuğa ve anneye çeşitli hediyeler götürürdü. Doğum yapan kadına ve çocuğa geçmiş olsun hediyesi olarak annesi tarafından altın ve mavi boncuk takarlardı. Bu adet hala günümüzde devam etmektedir.

Doğum gerçekleştikten sonra göbek kordonu kesilip bebek hemen tuzlanır, daha sonra yıkanarak elenip ısıtılan ince kum, bebeğin altına bağlanılarak bebek kundaklanırdı. Bu kum bebeğin altına iki ila dört ay kadar bağlanır, böylece bebeğin sancılı olması ve altının pişik olması önlenmiş olunurdu. Çocuğun büyüdüğü zaman kılsız olması için anneden gelen ilk sütün çocuğun vücuduna sürülmesi gerektiğine inanılırdı. Bu uygulamalarda günümüzde görülmemektedir.

Doğumdan sonraki olaylardan bir tanesi de “ağız açma” olayıdır. Bebeğin ağzının açılması için bebeğin üç kere ezan duyması beklenirdi. Daha sonra ailede namaz kılan, ağzı temiz olan kişi bebeğin ağzına Besmele çekerek şerbet veya yağ damlatırdı ( ‘ yaran suyla sağansın ‘ denilirdi. Yani; yaran su ile iyileşsin ). Bu işlem günümüz de nadirde olsa görülmektedir.

c-Göbek Bağı İle İlgili Yapılan İşlemler:

  • Eğer bebek erkek ise dinine düşkün olsun diye göbek bağı camiye gömülürdü.
  • Doğan bebeklerin ilerde evlerine bağlı olmaları için göbek bağları evlerin yanlarına gömülürdü.
  • Eğer bebek kız ise mutfakta hamarat olsun diye göbek bağı evin mutfak tarafına gömülürdü.
  • Kız çocukların iyi ekmek pişirebilmesi için göbek bağları tandırların yanına gömülürdü.
  • Çocuklarının okumasını isteyen ebeveynler göbek bağını okulların bahçelerine gömerlerdi.

Göbek bağı ile ilgili işlemler her ne kadar eskiden daha yoğun olarak yapılsa da günümüzde de bu işlemler kısmen benzer yerlere gömülerek bu adet devam ettirilmektedir

d-Ad Koyma (Şeşe Gecesi) : Küresünniler de çocuğa isim koyma, doğumdan sonra ki altıncı gün gerçekleştirilir, bu geceye “şeşe gecesi” denir. Bu geceye yakın akraba ve komşular çocuğa isim koymak için davet edilir. Çocuğun ismini genelde evin en büyüğü koyar ve çocuğun kulağına ezanı aynı kişi okur. İsim koyarken anne ya da babaya sorulmazken günümüzde anne ve babanın da isim isteği dikkate alınır. Eskiden Küresünniler de kayın peder ve büyük kayınların yanında çocuklar anne ve babaları tarafından isimleriyle çağırılmaz ve isimleri söylenerek sevilmezlerdi. Çünkü bu durumun ayıp olduğu düşünülürdü.

Eskiden şeşe gecesinde çocuk kalbur içine bırakılır yanına sürme, ayna, tuz konularak siyah bir örtü ile çocuğun üstü örtülür. Çocuğa ismi koyan kişi kulağına ezan okuyarak, çocuğun adını üç kere tekrarlardı. Siyah örtü ile çocuğun üzerinin örtülme nedeni al avradı şeşe gecesi isim konulurken fırsat kollayıp çocuğun yüreğini yiyeceği düşüncesiydi. Bu nedenle çocuğu al avradından korumak için siyah örtü ile çocuğun üzeri örtülürdü.

İsim konulduktan sonra davet edilen akraba ve komşulara nohut ve buğdaydan hazırlanmış olan hedik ikram edilir. Hedik genelde özel günlerde yapılır.

Günümüzde şeşe gecesi sadece bazı köy ve mahallelerde görülür ve çocuğa isim koyma günü altıncı gün ile sınırlandırılmayıp istenilen gün konulmaktadır. Bazı ebeveynlerde çocuğa isim koyma gecesinde Mevlit verip Kuran-ı Kerim okutur ve şeşe gecelerinde mutlaka ailenin büyüklerinden biri doğum yapan kadının yanında yatar.

e-Lohusa Dönemi: Lohusalık dönemi, doğumdan itibaren kırk gün boyunca süren döneme verilen addır. Lohusa dönemi kadının bedenen zayıf düştüğü dönem olduğu için halk arasında kırklı kadının yani lohusalı kadının mezarının kırk gün açık kalacağı rivayet edilir.

Lohusalı kadın doğumdan itibaren iyi bir şekilde beslenmelidir. Örneğin; karbonhidratlı, yağ oranı yüksek, kan yapıcı yiyecekler yedirilip, şekerli içecekler içirtilmelidir.

Küresünniler de yeni doğum yapan kadının annesi, bir hafta boyunca kızının yanında kalarak kızını iyi bir şekilde bakar. Doğumdan bir hafta sonrasına kadar doğum yapan kadın, sadeyağ (sarı yağ) , bol yumurta ile yapılan “kayganak” adı verilen yemek ile beslenir.

Lohusalı kadının birçok şey den sakınması gerekmektedir. Bunlardan bazıları;

  • Yeni doğum yapmış iki kadının lohusa döneminden çıkmadan bir birlerine gidip gelmeleri ve aynı ortamda bulunmaları engellenir. Lohusa kadınlara kırk basacağı düşünülür. Kırk basması; direnç kaybı, halsizlik, bayılma ile kendini gösterir.
  • Doğum yapan iki kadın lohusa döneminden çıkmadan bir araya gelmez çünkü çocuklarına kırk basacağına inanılır. Kırk basan çocuklarının ya büyüyüp gelişemeyeceğini ya da öleceğini düşünürler.
  • Mahalle ve köylerde cenaze var ise, kırklı kadının evinin önünden geçirilmez. Eğer geçirilecekse de doğum yapan kadını ve çocuğunu dama çıkarırlardı. Günümüzde bu uygulamalar geçerliliğini yitirmiştir.

Lohusalık döneminde korunması gereken veya zararı dokunulacağına inanılan bir diğer etken ise doğaüstü varlık olan al avradı inancıdır. Al avradı yöreden yöreye isim olarak farklılık gösterir. Küresünniler de “al avradı” veya “erke” gibi isimlerle bilinmekteyken, diğer yöreler de ise “al karısı, “al basması”, “al kızı” gibi isimler de kullanılmaktadır.

Al avradı lohusalı kadının ve bebeğinin ciğerini yiyeceğine inanılan göğüsleri boynunun üzerinde kocaman, heybetli bir kadınmış. Anlatılan hikâyelere göre al avradı bir evde köle olarak çalıştırılıp ve köle olduğu evde iğne ile alı konulurmuş. Kim bu al avradını gördüğünde iğnesini elbisesinden çıkarırsa al avradı serbest kalırmış. Yaptığı ekmek ve yemekler bereketli olup, hiç bitmezmiş. Al avradı köle olduğu evde ekmek hamuru yaparken susuz olan hamuruna su getirmek için çeşme başına gitmiş, yakasında iğne bulunan küçük çocuğa iğnesini açtırarak serbest kalmış. O günden sonra tüm doğum yapan kadınların ve çocuklarının ciğerlerini söküp alacağına inanılarak lohusalı kadın ve çocuğu al avradından korunmak için çeşitli yöntemlere başvurmuşlardır. Bunlar;

  • Lohusa kadının bulunduğu odaya Kuran-ı Kerim asılır ve odanın kapısının arkasına süpürge konulur.
  • Lohusanın göğsünün üzerine, yastığına yorganına iğne takılır.
  • Lohusa kadının yatağının altına şiş bırakılıp, yatağının etrafı şiş ile çizilir.
  • Lohusa kadının yemeğinin içine iğne konulur, yemekten alınan ilk kaşık dışarı atılır. Eğer ilk kaşık atılmaz ise her yenen kaşıkta al avradının içine girip yüreğini sökeceği düşünülür.
  • Doğum yapan kadın ve çocuğu uyurken al avradı gelip onların ciğerini söker diye yalnız başlarına bırakılmazlar.
  • Doğumdan sonra bebeğin eşine firkete takılıp gömülür.
  • Doğumun birinci gününden itibaren lohusanın başucuna yedi tane kuru soğan konulur. Her gün lohusa uyandığında, soğanlardan birini omzunun üzerinde tutarak ve arkasına bakmayarak sokak kapısından dışarı atar. Yedinci gün kalan son soğanı da atarak bu uygulamayı bitirir. Al anasının soğan kokusunu sevmediği düşünülerek, lohusaya yaklaşmayacağına inanılır. ( Levendoğlu 2006:147).

Eskiden lohusanın bulunduğu yerlerde demir aletler, kapı, pencere korkulukları bulunmadığı için al avradının oralarda bulunacağı inancı vardı. Fakat günümüzde teknolojinin getirisi ve eğitim seviyesinin yükselmesiyle bu gibi öngörüler hükmünü yitirmiştir.

f-Sütü Gelmeyen Lohusa Kadının Yapması gerekenler: Sütü gelmeyen veya sütü çocuğa yetmeyen annenin yapması gereken birtakım kurallar veya sütünün çoğalması için yapılan birtakım işlemler bulunmaktadır. Bunlar:

  • Eskiden sütü gelmeyen kadın çocuğun ağzına şekerli su dökerdi.
  • Eskiden çok zorda kalınca un ile su karıştırılıp su ile çocuğa yedirilirmiş.
  • Kadın yakasına sütü gelsin diye süt boncuğu asar bu süt boncuğu Mekke’den getirilir. Bunu takan kadının sütünün çoğalacağına inanılır.
  • Sütü gelmeyen kadına hedik yedirilirdi. Hedik yiyen kadın sütü gelsin diye hediği ceplerine doldurur bir sağ omzundan bir sol omzundan dökerek aynı zamanda da hediği yiyerek hiç konuşmadan en yakın ziyaret yerine yürür. Bunu yaparak kadın sütünün geleceğine inanır. Bu işlem günümüzde uygulanmamaktadır.

Süt yapıcı yiyecekler; yumurta, bulgur, hedik gibi… Yiyecekler yedirilerek veokunarak kalbur içine konulur. Kalburun içine makas, bıçak gibi demir aletler de konularak lohusa kadının başının üzerinde tutularak annenin başına su dökülür. Daha sonra çocuk annenin kucağına verilerek ikisinin üzerine su dökülür. Suyu döken kişi şehadet getirerek;                                                                                                                                  “kurdun kuşun,                                                                                                                                    insin cinsin kırkı üzerinden kalkmış olsun,                                                                                     senin kırkında onlar ile beraber kalksın                                                                                               gelinin kırkını kaldırdım, Allah’ım sen kabul et”                                                             diyerek kırklama işlemi tamamlanır.

Bu işlemden sonra lohusalı kadın lohusa döneminden çıkmış ve arınmış olur. Abdest almış olarak kabul edilir, böylelikle anneye al avradı gibi doğaüstü varlıkların ve kırk basması olmayacağına inanılır.

Kırklama, kırk dökme, kırkıncı gün gibi halk terimlerinin temelinde yatan kırk rakamının kültürel anlam ve değeri ilgi çekicidir. Bu terimler çoğu zaman doğaüstü güçler ile tarif edilir. Bazen kötü bazen de iyi olarak tabir edilen doğaüstü güçler, ruhlar veya cinlerin kırk tane olduğuna inanılır. (Levendoğlu 2006:145).

b-Diş Hediği: Çocukların diş çıkarması altı aylık bir süreden başlayarak iki yaşına kadar sürer. Küresünnilere göre kız çocukları, erkek çocuklarına göre daha erken diş çıkarır.

Çocuklar ilk dişlerini çıkardığı zaman, bu dişlerin çıkışını kutlamak adına bir davet verilir. Ailenin yakın akraba ve komşuları diş hediği yemeğe davet edilir. Çocuğun annesi tarafından diş hediği yapılır, şerbet ya da çay ile beraber ikram edilir. Diş hediği yenilmeden önce diş çıkaran çocuk orta bir yere bırakılır. Çocuğun önüne kitap ayna, tarak, makas konulur. Çocuk bunlardan hangisini seçerse büyüyünce mesleğinin o olacağına inanılır.

  • Kitap: Eğer çocuk kitabı seçerse okuyacağına inanılır.
  • Ayna: Aynayı seçerse güzelliğine düşkün olacağına inanılır.
  • Tarak: Tarağı seçerse berber ya da kuaför olacağına inanılır.
  • Makas: Makası seçerse terzi olacağına inanılır.

Bu aletler daha fazlada çeşitlendirile bilinir. Daha sonra çocuğun başından aşağı hedikten bir iki avuç dökülür gelen davetliler bu hedikten bir iki tane yer ve çocuğa çeşitli hediyeler verir. Ayrıca çocuklar süt dişlerini düşürdükleri zaman, düşen dişleri evlerin damına veya tandır külelerine (tandıra dıştan bırakılan yer buharı) attırırlar. İnanışa göre, dişi düşen çocuğun annesi tekrar çocuk sahibi olmak isterse, doğacak çocuğun erkek olacağıdır.

c-Çocuğu Nazaran Koruma: Nazar genellikle çocuklara çok fazla değdiği düşünülerek gürbüz ve güzel olan çocuklar anneleri tarafından kimseye gösterilmez ve çocuğa nazar değmesin diye çeşitli önlemler alınmaya çalışılır. Bu önlemlerin bazıları batıl inanç doğrultusuna kadar varmıştır. Bunlar:

  • Üzerlik otu ve tuz karıştırılıp çocuğun altında yakılır.
  • Mundar olmuş bir şeye el sürülüp çocuğun alnına sürülür.
  • Mendilin üzerine mavi boncuk yapıştırılıp çocuğun yakasına asılır.
  • Çocuk dışarı çıkarılacaksa veya eve yabancı biri gelecekse çocuğun yüzü örtülür kimseye gösterilmez.
  • Çocuğa nazar değdirdiği düşünülen kişinin giysisinden gizlice bir parça kesilerek yakılır.
  • Çocuğun alnına sakız ya da nazar boncuğu yapıştırılır.
  • Zey denilen tuz ve köpek dışkısı karıştırılarak çocuğun yakasına asılır.
  • Çocuğu nazardan korumak için alnına ve ensesine kara sürülür.
  • Çocuk doğduğu ilk zamandan itibaren gözlerine sürme çekilir. Sürme hem nazardan korumak için hem de gözler güzel olsun diye çekilirdi.
  • Çocuğu nazardan korumak için kurşun dökülür.

Bu uygulamalar eski zamanlar da daha fazla yapılırken günümüzde çok nadir de olsa görülmektedir.

d-Çocuk Ölümlerinin Nedenleri: Eskiden yaşam şartlarının zor olması neticesinde çocuk ölümleri daha fazla olmaktaydı. Hastane ve doktorun az olması ya da gidilememesi sonucunda çocukları kendi yöntemleri ile iyileştirmeye çalışmış, bu çabalar sonucunda bazen iyi sonuç alınmışsa da genellikle ölüm ile sonuçlanmıştır.

Çocukların günümüze oranla ölümlerinin fazla olma nedenleri şunlardır:

  • Eskiden tarla ve ev işlerinin ağır olması neticesinde, yoğun olarak çalışan kadınların ilgisizlik nedeni ile çocuklarında ölüm oranı fazlaydı.
  • Bulaşıcı hastalıklar ( tifo, verem, kızamık, suçiçeği vs. ) gibi hastalıklar neticesinde ölümler çoğalmıştır.
  • Genellikle anne sütü ile beslenen bebeklerin emzirilme esnasında nefes alamaması sonucu ölümler olmuştur.
  • Beşikte yalnız bırakılması sonucu ağlamaktan ölen bebekler olmuştur.
  • Zor doğumların olması, yeterli donanımın olmaması ve doğumu yaptıracak kişilerin azlığı nedeni ile bebek ölümleri olmuştur.

e-Sünnet ve kirvelik: Çocukların sünnet olma zamanları 0 ile 13 yaş arasında gerçekleşmektedir. Küresünniler de kirve önemli yere ve önemli kişiliğe sahiptir. Genellikle babanın en samimi olan dostu kirve olarak seçilir. Kirve olması istenen kişiye çocuğun babası tarafından süslenip boyanan boynuna altın asılan koç hediye edilir. Günümüzde böyle hediyeler verilmemektedir.

Sünnet olma aşamasından önce çocuk, kirve ve birkaç kişi tarafından ziyaret yerlerine götürülerek dua edilir daha sonra Mevlit verilir.Genelde eş dost, akrabalar sünnet düğününe davet edilerek ekonomik duruma göre sünnet düğünü yemekli ya da yemeksiz yapılır. Bunun yanı sıra çeşitli eğlenceler de düzenlenir. Çocuğun sünnet masrafları ve sünnet eden kişinin parasını kirve üstlenir. Ayrıca sünnet esnasında çocuğu tutan ve çocuk acı hissetmesin diye lokum veren kişi yine kirvedir.

Mevlit okutulduktan sonra sünnet edilir. Sünnet edilen kısım ortalık yerde bırakılmaz, genellikle toprağa gömülür.

Sünnet işlemi genelde yaz aylarında yapılır. Sünnetten sonra kirve ve ailesi düğün sahipleri tarafından yemeğe davet edilerek kirve ve ailesine çeşitli hediyeler takdim edilir.

Sünnet olacak çocuğun / çocukların kirvesine büyük değer verilir. Kirve ve kirvenin ailesi birinci dereceden akraba olarak kabul edilir. Bu nedenle kirvenin ailesi ile kız alıp verme olmaz nikâh düşmez. Kirve sadece sünnet olan çocuğun değil çocuğun ailesinin de kirvesi sayılır. Sünnet olan çocuk kirvesini babası kadar sever ve sayar. Kirve ve ailesi ile dargınlık düşünülmez. Kirveye saygı esastır hatta bir yoruma göre; ev sahibi evin içinde kirvesinin olduğunu bile bile o evin damında gezerse günaha girer.(Levendoğlu2006:148).

f-Askerlik: Her Türk erkeği vatani görevini yapmakla yükümlüdür. Her erkek on sekiz yaşını doldurduktan sonra askerlik yapar. Askere gidecek olan erkeğe gitmeden önce bir takım uygulamalar yapılır. Askere gidecek olan erkeğin serçe parmağına kına sürülür. Askere gitmeden bir hafta öncesinden asker evine Türk bayrağı asılır ve asker gitmeden yakın akraba ve komşuları tarafından yemeğe davet edilir. Ve o kişiler tarafından askere gidecek olan kişiye hediye ve harçlık verilir. Askere gitmeden önceki akşam erkeğin arkadaşları eve yemeğe davet edilir. Kişi askere gideceği vakit arkadaşları ve yakın akrabaları tarafından otogar ya da hava alanına kadar konvoy eşliğinde götürülür. Bu arabalara Türk bayrağı asılır ve asker uğurlanır.

Eskiden köy ve mahallelerde askere giden erkekleri arkadaşları toplar ve sokaklarda askerlik nağraları atılarak gezdirirlerdi. Daha sonra ise köy ve mahalle meydanlarında askerin serçe parmağına kına sürülürdü.

3. DÜĞÜN

Evlilik tanım olarak iki kişinin aile kurmak üzere kanunların uygun gördüğü şekilde ruhen ve bedenen bir ömür boyu sürecek şekilde bir araya gelmesidir. Türk topluluklarında boyların, akrabaların, gelenek göreneklere, ahlak anlayışlarına, kültür durumuna göre az çok değişiklik gösterir. Küresünniler de evlilik, eskiden yoğun olarak görücü usulüyle olmaktaydı. Günümüzde ise anlaşarak evlilik daha yoğun şekilde gerçekleşmektedir. Berdel usulü ve kaçarak evlilikler eskiden görülmekle beraber günümüzde hemen hemen hiç görülmemektedir.

Küresünniler de dışarıya kız alıp verme eski zamanlardan beri var olmaktadır. Küresünniler İran’dan göç ettikten sonra belli bir müddet Van’da yerleşim gösteren Ermenilerle aynı bölgede, aynı mahalle ve köylerde birlikte yaşamışlardır. O zamanlar Ermeni kızları ile evlenmiş fakat Ermenilere kız vermemişlerdir. Bunun yanı sıra Küresünni olmayan diğer etnik guruplarda kız alıp verme görülmüş ama gene de kendi içinde evlilikleri daha fazla olmaktaydı. Fakat bu dışarıya kız alıp verme çeşitli şartlarla her geçen yıl artış göstermiştir.

Küresünniler de akraba evliliği geçmişte ve günümüzde görülmektedir. Akraba evlilikleri eskiye nazaran günümüzde büyük azalma göstermiştir. Akraba evliliği amca, hala, dayı, teyze çocukları arasında gerçekleşmiştir. Bunun nedeni daha yakından tanımaları, güvenmeleri, kendi akrabalarıyla sorun yaşamayacakları düşüncesi olmuştur. Akrabalar arasındaki evlilik mirasın dağılmaması gibi nedenlerden dolayı gerçekleşmemiştir.

a-Kısmet açma ve kapatma: Küresünniler de evlenme yaşı 15- 30 yas arasında gerçekleşmekteydi. Günümüzde de bu yaş aralığı değişmektedir. Belli bir yaştan sonra evlenemeyen kişiler kısmet açmak için ya da evlenmesini istenmeyen kişiler için çeşitli uygulamalara başvurmuşlardır. Kısmet kapatmak için;

  • Bazı kişiler kısmet kapatmak için üfürükçülere başvurur. Üfürükçü hocalar kısmet kapatmak için bıçağı okuyup üfler, bıçağı çaputla bağlar ve saklanması için evlenmeyi engelleyen kişiye verir. Böylece o kişinin kısmetinin bağlandığı ve asla evlenemeyeceğine inanılır. Bu işleme “cadı kür” denilir.
  • Yalancı hocalardan muska niyetine dua alıp evlenmesi istenmeyen kişilerin bulunduğu yerde o muska saklanıp evlenemeyeceği düşünülür.

Kısmet açmak için ise yapılan uygulamalar;

  • Kısmetinin kapandığı düşünülen kişi kısmetinin açılması için hoca ve şeyhlerden dua ister.
  • Köylere ve mahallere satıcı veya üfürükçü olarak gidenler, gezdikleri evlerde gördükleri evlilik çağındaki gençlerin, kısmetlerinin kapalı olduğunu ve gençleri kandırmaya çalışarak kısmetlerini açacaklarını söyleyip, bu insanlardan çeşitli eşya, para talep ederek yalancı muska yapıp bunları kısmetleri açılsın diye o insanlara vererek kısmetlerinin açılacağına inandırmaya çalışırlardı.
  • Evlenen kız, gelinlik ayakkabısının altına evlenmeyen kızların ismini yazar. İsmi silinen kızların o yıl içerisinde evleneceği düşünülür. Bu adet sadece Küresünniler de görülmeyip Anadolu’nun çeşitli bölgelerinde de uygulanan bir adettir.
  • Nişan takılınca, yüzüğe bağlanan kurdele nişanlanan kız tarafından küçük parçalara kesilerek, evlenmeyen kız ve erkeklere yutturulur. En kısa zamanda nişanlanacaklarına inanılır. Bu uygulama da sadece Küresünnilerle sınırlı kalmayıp Anadolu’nun çeşitli yerlerinde görülen bir uygulamadır.
  • İran’da yaşayan Küresünniler de genç kızlar kısmetlerinin açılması için imam zadelere giderler. Bu ziyaretlerde;

‘’İmam zade dağları

Yaşıldı (yeşildir) yaprakları

Allah muradım versin

Açılan ( gelecek olan ) ayın ortası’’( Kalafat 2005:134,135 )

b-Kız Görme Ve Kız Beğenme: Küresünniler de kız beğenme, genellikle eski zamanlardan günümüze farklılıklar gösterir. Kız ve erkeğin gerçekleştireceği evlilik çeşitli yollarla birbirlerini görmeleri, bazen de birbirlerini hiç görmeden nişanlanma şeklinde gerçekleşmekteydi. Genellikle evlilikler eski dönemlerde ya aile büyükleri yani kız ve erkeğin babaları anlaşarak gerçekleşirdi ya da erkeğin kızı düğün, çeşme başı, dere kenarları gibi yerlerde görerek beğenmesi ve bunun üstüne anne ve babasına söyleyerek kız evine istemeye göndermesi ile gerçekleşirdi. Eğer ailede uygun görürse kız verilirdi. Çoğu zaman kızın isteyip istemediği sorulmaz, baba uygun görürse evlilik gerçekleşirdi. Günümüzde ise görücü usulü ile evlilikler gerçekleşmekte ama eskiye oranla daha esnek şekilde olmaktadır. Günümüzde görücü usulüyle olan evliliklerde, baba kızın fikrine önem verip isteyip istemediğini sorarak, ona göre evliliğin olup olmayacağına karar verilir. Günümüzde anlaşarak evlilikler görücü usulü evliliklere nazaran daha fazla görülmektedir.

c-Kız İsteme: Eskiden kız isteme, eğer erkeğin kızı görüp beğenmesiyle olacaksa erkek kızı istediğini annesine söyler. Anne, kızı görmek için kız evine gider. Kızı görür ve birkaç gün sonra kız evine haber yollayarak istemeye gidilir. Kız evine istemeye aile büyükleri gider. Eskiden kız istemeye damat gitmezdi. Kız istemede erkek tarafı kız babasına evet demesi için küçükbaş hayvan hediye ederdi. Bu verilen küçükbaş hayvan başlık parası yerine geçmezdi ve evet denildikten sonra başlık parası konuşulurdu. Başlık parası olarak eskiden para, tarla, hayvan verilirdi. Günümüzde artık başlık parası çok nadiren istenir. Buda “süt parası” adı altında geçer ve anlaşılarak başlık parası kararlaştırılır.

Eskiden kızın verileceği önceden konuşulmuşsa, erkek tarafı kızın başına kırmız şal örtüp, yüzüğü takar böylece kızın verildiği kesinleştirilirdi. Bu adet günümüzde uygulanmamaktadır.

d-Nişan Ve Nişanlılık: kız istemeden sonra “el bastı” adı altında bir tören düzenlenir. Buna küçük nişanda denilmektedir. Yakın çevreye nişanı duyurabilmek için yapılan bir törendir.

El bastı töreni, kız isteme faslından 10-15 gün sonra yapılır. Erkek tarafı yakın akraba ve ahbaplarıyla kız evine gider. Amaç, kız ve erkeğin sözlenmesini nişana çevirmektir. Erkek tarafı kıza altın, elbise, ayakkabı, anne, baba ve kardeşlerine hediyeler götürür. Eskiden bu tür hediyelerin yanında kesme şeker götürülürdü. Bu kesme şekerle şerbet yapılarak misafirlere ikram edilirdi. Şerbetin yanında üzüm, helva, çerez gibi yiyeceklerde sunulur def çalınıp eğlenilirdi. Nişanda şerbet dolu sürahinin üstüne kurdele ile nişan yüzükleri bağlanır, damadın önüne getirilir, damat sürahiyi getiren kişiye bahşiş verir.(Levendoğlu 2006:140 ).                                                         Günümüzdeki el bastı töreninde artık bunlar uygulanmamaktadır.

Yüzükleri genellikle erkeğin kardeşi ya da aile büyüklerinden birisi takar. Gelin yüzüğündeki kurdeleden ufak parçalar kopararak evlenmeyen yakın arkadaşlarına dağıtır. Kurdele su ile birlikte yutulur ve dilek tutulur. Kurdeleyi yutanların kısmeti açılacağına inanılır. Bunun yanı sıra gene bekâr kız ve erkeklere nişan şekeri dağıtılır. Buna “murat şekeri” denilir.

Eskiden erkek tarafından birisi sunulan şerbet bardağını düğün günü gelinin ayağının altında kırmak için kız evinden habersiz olarak alırdı. El bastı gecesi hemen dini nikâh kıyılır. El bastıdan sonra nişan gerçekleşmiş olur.

Nişandan sonra kız evden dışarıya çıkmaz, komşuya ve çeşmeye gitmez ayıp karşılanırdı. Erkeğin annesi ya da ablası ertesi gün kız evine giderek serbest olarak dışarıya çıkabileceğini söylerdi. Erkek tarafından kızın evine gidilmediği sürece kız evden dışarıya çıkmazdı. Bu adet eskiden uygulanmaktaydı ve günümüzde görülmemektedir.

Nişandan belli bir süre sonra erkek  “kaynana görgümü” adı altında kız evine ziyarette bulunur ve kızın annesine hediyeler götür. Nişandan evlenene kadar erkek kıza özel günlerde ve dini bayramlarda hediye ve altın götürür. Eskiden bayramlarda erkek tarafı hediye olarak kıza koç hediye götürürdü.

Nişandan belli bir müddet sonra, erkek tarafındaki yakın bayanlar ( annesi, ablası, yengeler) kız evine ziyarete gider ve hediyeler götürülür. Bu âdete eskiden “haftalık” günümüzde ise “on beş” denilmektedir. Bu ziyarette erkeğin annesi helva, çörek yapıp kız evine götürürdü. Daha sonra bu helva ve çörek kızın annesi tarafından komşulara dağıtılırdı. Günümüzde bu uygulama artık görülmemektedir. Sadece kıza altın ya da hediyeler götürülür. Gelin görmeye giden bayanlarda kıza çeşitli hediyeler götürürdü. Kız tarafı gelen misafirlere şerbet ya da çay ikram eder. Daha sonra bu ziyarete benzer bir ziyaret bahar ayında tekrar uygulanır “nubarlık”adı verilen bu ziyarette, erkek tarafı bahar meyvelerinden bir sepet hazırlayarak kız evine tekrar gider.

Düğüne çok az bir zaman kala “parça kaldırma” adı altında başka bir adet daha gerçekleştirilir. Parça kaldırma, eskiden ve günümüz de birbirinden çok farklı şekilde gerçekleştirilmektedir.

Eskiden parça kaldırmada erkek tarafı sandık süslerdi. Sandığın içerisine şeker bırakır şalla süsleyip üzerine damadın fotoğrafını bırakırdı. Bunun yanında kızın yakın akrabalarına çeşitli hediyeler bırakılarak kız evine götürülürdü. Bu hediyelere  “haletlik” denilir. Kız evinde, erkek evinden gelen hediyeler misafirlere gösterilir çay, helva, üzüm gibi yiyecek ve içecekler ikram edilirdi. Misafirler gittikten sonra birkaç kişi geline sandığına bulundursun diye gelinin ölçülerini alarak elbise dikerlerdi.

Günümüzde parça kaldırma hem isim olarak hem de uygulama olarak değişiklik göstermektedir. Günümüzde “büyük nişan” olarak adlandırılmaktadır. Erkek tarafı kızı, kız kardeşi ya da samimi bir arkadaşı ile birlikte büyük nişandan birkaç gün önce alışverişe götürür. Kızın tüm ihtiyaçları alınır ve bu alınan hediyeler erkek tarafından büyük nişan da kız evine götürülür ve büyük nişana davet edilen misafirlere gösterilir.

e-Düğün Tarihinin Belirlenmesi: Düğün için tüm hazırlıklar tamamlandıktan sonra, düğün olacağı gün için tarih iki aile arasında kararlaştırılır. Düğün tarihi belirlendikten sonra, erkek tarafı köy meydanında köylüyü ya da mahalle kahvelerinde akraba, yakın çevreyi çaya davet ederek düğün gününü duyurur. Bu çay davetine “meslihat çayı” denilirdi. Erkek tarafı bu davette toy beyinin ( düğün kâhyasının ) Kim olacağı, damadın sağdıcının kim olacağını açıklardı.  Bazen düğünde takılacak olan hediyeler bu meslihat çay davetinde verilirdi.

Düğüne uzak mesafedeki akraba ve dostlara düğün davetiyesi olarak bir kiloluk veya yarım kiloluk şekerler gönderilerek davet edilirdi. Bu uzaktaki davetlilere ise “şoşbun” denilirdi. Günümüzde düğün tarihi belirlemek artık bu şekilde olmamaktadır.

Eskiden düğünlerin Cuma günü (perşembeyi cumaya bağlayan akşam ) olmasına özen gösterilmiştir. Bunun nedeni ise, İslami inanışta perşembeyi cumaya bağlayan gece haftanın en kutsal ve hayırlı gecesi olması sebebiyle bu uygulama dini bir gelenek vasfı taşır. Böylece yeni çiftin en hayırlı gecede dünya evine girmesi sağlanmış olur (Levendoğlu 2006:142 ). Günümüzde artık düğünler Perşembe ve Cuma günü değil hafta sonu yapılmaktadır.

Düğünler genellikle eskiden, Eylül- Ekim aylarında yapılırdı. Bunun nedeni ise, ekonominin tarım ve hayvancılığa dayanmasıdır. Hasat ayında toplamış oldukları ürünleri ve besiye aldıkları hayvanları bu aylarda sattıkları için düğün masrafları daha rahat karşılanırdı.

f-Çeyiz hazırlıkları ve çeyiz serme: çeyiz hazırlıkları kız evinde düğün gününe kadar meşakkatli geçen bir süreçtir. Geline çeyiz olarak; oyalar, çoraplar, elbiseler, yatak, döşek, yastık yapılır. Eskiden “cecim” adı verilen kilimlerde dokunurdu. Cecim yapımında, öncelikle koyunyünü yıkanıp taranır, ‘’ teşi’’ adı verilen aletle eğirilir, ip haline getirilir daha sonra boyanır. Daha sonra “hana” adı verilen tahta sehpaya ( Bugünkü halı dokuma makinalarına benzerlik gösteren bir alettir.) geçirilir ve dokunmaya başlanır. ‘’ hevenk’’ adı verdikleri demir döğmek ile ilmekler arası sıkıştırılmak için dövülür ve elde edilen kilime cecim denilir. Günümüzde artık cecim yapımı görülmemekte ve kullanılmamaktadır.

Geline çeyiz olarak yapılan yatağı genellikle işi bilen büyük kadınlar yapar. Bunun yanında kızın bekâr arkadaşları da bulunur ve yatak dikilirken yatağa bir kaç ilmek atarlar.Buda darısı başına olsun diye yapılır. Yatak yapılırken gelinin annesi, yatağın ortasına şeker bırakır ve bekâr kızlar darısı başına olsun diye bu şekerden yerler. Eskiden şekerlerden birkaç tanesini de gelinle damat düğün gecesi yesinler diye yatağın ucuna bağlarlardı. Günümüzde bu uygulama yapılmamaktadır.

Eskiden ayrı ev serme yoktu. Çekirdek aile kavramı gelişmemişti. Gelin erkeğin anne ve babası ile yaşardı. Bu yüzden çeyiz olarak sadece kendi yatağını, oyalarını, sandığını götürürdü. Günümüzde ise genel olarak ayrı ev serilir ve gelin daha fazla çeyiz götürmektedir.

Çeyiz hazırlıklarından bir tanesi de damat bohçasının hazırlanmasıdır. Kız tarafı bu bohçaya erkeğe pijama, gömlek, çorap, kızın kendi yapmış olduğu işlemeli havlu bırakılır. Çeyizle birlikte erkek evine götürülür. Bohçayı götüren genelde kızın kardeşi ya da yakın arkadaşlarından biri olur ve erkeğin annesi tarafından götüren kişiye bahşiş verilir.

Tüm işlemler tamamlandıktan sonra düğüne birkaç gün kala, kızın çeyizini göstermek için yakın akraba ve komşular kız evine davet edilir. Gelen misafirler çeyiz gösterilmesinden sonra geline çeyizlik hediyeler ya da takılar takar. Çeyize davet edilenlere çay, üzüm, şerbet gibi çeşitli yiyecek ve içecekler ikram edilir.

Son aşama olarak çeyiz gösteriminden sonra, kız evinden erkek evine kızın çeyizi gönderilir. Erkek tarafından birkaç kişi çeyizi götürmek için kız evine gelir ve çeyizi götürür. Sandık kız evinden çıkacağı zaman, kızın kardeşi ya da yakın arkadaşı sandığın üstüne oturarak sandık parası adı altında bahşiş ister. Erkek tarafından bir kişi bahşişi verdikten sonra sandığı alır. Kız evinden birkaç kız, gelinin evini ya da odasını düzeltmek için çeyizle birlikte giderek gelinin çeyizini düzeltir bu olaya ‘’oda serme’’ denilir.

g-Kına Gecesi adetleri: Kına gecesi erkek ve kız evinde ayrı ayrı yapılır. Öncelikle kına gecesinin olacağı günün sabahı geline ‘’hamam’’ düzenlenir. Bu hamam olayında, gelinin yakın akrabalarından biri gelinin hamamını alır. Gelin, sabah hamam evine akrabaları ve arkadaşları tarafından götürülür. Hamam evinde gelin banyo yapar, süslenip gelinliğini giyer. Öğleden sonra erkek tarafı hamam evine gelerek gelini hamam evinden çıkartıp, babası evine götürür. Hamam evinin yerini artık günümüzde kuaförler almıştır. Gelin hamam evlerinin yerine kuaförlerde hazırlığını tamamladıktan sonra erkek evi tarafından alınıp baba evine götürülür. Daha sonra kızın arkadaşları akşam yemeğine kız evine davet edilir. Akşam yemek yenildikten sonra eğlenceye başlanır.

Eskiden erkek evinde ise, demeli çevirmeli usulüyle şarkılar söylenip halaylar çekilirdi. Demeli çevirmelide halayda bir kişi türkü söyler, diğerleri ise türküyü tekrarlardı. Düğün sonuna doğru Şeba ve köse oyunları oynanırdı. Bu oyunlar günümüzdeki piyeslerle benzerlik gösterir. Şeba oyununda; bir ağaca kol yapılır, şapka takılıp insana benzetilmeye çalışılırdı. Şebayı oynatan kişi bunu koluna takıp şaka olsun diye şebanın kollarıyla milleti şaka niyetine tokatlardı.

Köse oyunu ise; Erkekler kadın kılığına girerek düğün meydanına çıkarak oynamaya başlardı. Onları izleyen başka erkekleri yakalayarak düğün meydanında oynatırdı ve çeşitli oyunlar düzenlerlerdi. Bu köse oyunu nadirde olsa özellikle köy düğünlerinde görülebilmektedir.

Eskiden düğünlerde kadın ve erkekler ayrı yerlerde eğlenirdi. Kadınların bulunduğu yere erkek girmesin diye bekçi bırakılırdı. Günümüzde ise böyle bir uygulama görülmemektedir.

Eskiden kız evi ve erkek evi kına gecesinde ayrı ayrı eğlenirdi. Bu nedenle erkek evi kız evine tepsi içerisinde çerez, şeker, üzüm, mum ve kına bırakır ve kız evine kalabalıkla götürülürdü. Bu âdete ‘’ tabak kaldırma’’ ya da ‘’basalya’’ denilmektedir. Kız evine gidilir, türküler söyleyerek geline kınası yakılırdı. Kına yakılırken gelin hediyesini almak için elini açmaz, kına hediyesi isterdi. Kınayı süren kişi gelinin eline altın bırakırdı. Kınadan sonra erkek tarafı getirdiği çerez ve üzümü misafirlere dağıtır ve biraz kız evinde kalıp eğlendikten sonra, tekrar erkek evine geri dönerlerdi. Günümüzde erkek ve kız evi kına gecelerini genel olarak beraber yapmaktadırlar. Bu nedenle basalya veya tabak kaldırma adetleri artık görülmemektedir. Ancak bazen kına gecelerinin ayrı ayrı yapıldığı düğünler hala olmaktadır. Bu adet ayrı yapılan kına gecelerinde hala uygulanmaktadır.

Kına gecesinde damat gençler tarafından kaçırılır ve sağdıçtan bahşiş istenir. Para verilmeyene kadar damat saklanır verilmez. Bu olay bazı köy ve mahallelerde damadın ayakkabısının çalınmasıyla da olur. Çalan kişi bahşiş almadıkça damadın ayakkabısını vermez.

Yine eski düğünlerde âşıklar deyişler sunar, bilgisi ve anlatım kabiliyeti olan kişiler davetlilere hikâyeler anlatır, gençler coşturulur, düğüne renk katılırmış. Bu düğünlerin vazgeçilmez eğlencesi olan, demeli çevirmeli deyişlerde/ oyunlarda, bir kişinin söylediği türkü ve deyişler, diğerlerince tekrar edilir, çeşitli maniler okunurmuş (Levendoğlu 2006:141).

Kına gecesi bittikten sonra uzak köy ve kentlerden gelen şoşbunlar ( misafirler) komşular tarafından yatıya götürülürdü.

Kına gecesi eğlenceleri bittikten sonra, kız evinde kızın arkadaşları toplanarak sabaha kadar eğlenceler düzenler buna ‘’kız başı’’ denilir. Kız başında sabaha kadar gelin haricinde kimse uyumamalıdır. Uyuyanların yüzleri boyanır. Erkek tarafından da kız başına birkaç kız davet edilir. Erkek tarafından gelen bu misafirler uyursa yorgan elbisesine dikilir.

Kız başına benzer bir eğlencede erkek tarafında da düzenlenir. Sağdıç evinde gerçekleşen bu eğlence damadın arkadaşları tarafından düzenlenir ve sabaha kadar eğlenilir. Eskiden damat başında kalan gençler gece vakti gizlice damadın evine gidip tavuk, küçükbaş hayvan çalıp gece kesip damat başındaki gençler tarafından pişirilip yenilirdi.

h-Düğün Adetleri: Küresünniler de düğün adetleri, eski ve yeniye oranla çok farklılık göstermektedir. Eskiden olan düğünlerden bazı gelenekler günümüze kadar gelirken, bazıları da varlığını yitirmiştir.

Eskiden düğün töreni hazırlıkları bir hafta önceden başlardı. Düğünler üç gün, üç gece yapılırdı. Erkek tarafından ilk olarak damat hazırlanırdı. Kız evinden sağdıcın evine tepsi içinde erkeğin damatlığı, çorabı, gömleği, mendili, ayakkabıları bırakılıp gönderilirdi. Bu tepsi düzenine ‘’damat besteyi’’ denilirdi. Damat sağdıcın evinde banyo yapıp, tıraşını olup hazırlanırdı. Günümüzde bu adet sürdürülmemektedir.

Kız evinde ise, eskiden düğün günü gelin kız arkadaşları yardımıyla hazırlanırdı. Eskiden gelinlik olarak tek parça boydan elbiseler dikilip giyilirdi. Gelinin başına kırmızı öne, sarı arkaya gelecek şekilde iki şal örtülürdü. Günümüzde ise bu adet devam etmemektedir. Gelinler kuaförlerde hazırlanmaktadır.

Eskiden gelin almaya öğleden önce gidilirdi. Düğün sahibi misafirleri yemek davetine çağırır daha sonrada gelin alınmaya gidilirdi. Düğün yemeklerini eskiden kadınlar yapardı. Düğün sahibi yemeğe bakmaya geldiği zaman tencerenin kapağı, yemeği yapan kadınlar tarafından açtırılmazdı. Düğün sahibinin yemeğe bakabilmesi için, yemeği yapan kadınlara bahşiş vermesi gerekirdi.

Düğün yemeği olarak konuklara ‘’şovra’’ adı verilen sulu yemek, pilav veya kavurma ikram edilirdi. Günümüzde ise ekonomik duruma göre düğünlerin yemekli olup olmaması kararlaştırılır. Yemekten sonra meyve ve çerez verilebilir ( Levendoğlu 2006:142).

Gelin almaya gidilirken yapılan birçok adet vardır. Bunlardan bir tanesi ‘’kasıt’’ geleneğidir. Eski düğünlerde rastlanmayan bir adettir. Evlenecek olan kız ve erkek ayrı köylerde ise oğlan evi hazırlığını tamamlayarak gelini almak için yola koyulur. Yola çıkmadan önce bir genç görevlendirilerek kız evine düğün alayının hareket ettiğini haber vermeye gönderilir. Bu haberciye ‘’kasıt’’ adı verilir. Eğer kasıt kız evine haber vermeye gelirken köyün gençleri tarafından yakalanırsa, gelenekler gereği dövülür. Bu yüzden gelinin bulunduğu köyün gençleri pusuda bekler (Levendoğlu 2006:141).

Eskiden Gelin almaya giderken yapılan adetlerden bir tanesi de at yarışıdır. Düğün alayı gelin almaya gitmeye başladığı zaman, aynı anda at üzerindekiler kız evine kadar yarışırlardı. Düğün alayının yola çıktığını ilk haber vermeye gelen ilk ata, şal bağlanır ve gelen kişiye bahşiş verilirdi. Ayrıca cirit atma yarışları da düzenlenirdi.

Erkek tarafı kız evine gelince salavat eşliğinde gelin evden çıkarılır. Eskiden gelinler atlar ya da kağnılar üzerinde götürülürdü. Gelin evden çıkarılınca, erkeğin kardeşinin başına un ya da cıvık hamur dökülürdü. Buda Küresünniler de yüz aklığı olarak ifade edildiği için gerçekleştirilirdi. Günümüzde ise gelin evden çıkarılmadan önce kapı parası alınır ve gelinin beline kırmızı kurdele bağlanır. Bu adet Anadolu’nun birçok yerinde uygulanır. Günümüzde ise gelinler otomobillerle konvoy eşliğinde alınır, ziyaret yerleri gezdirildikten sonra erkek evine götürülür.  Gelin yeni evine gelince toy büyüğü yani Kayınpederi tarafından indirilir.

Gelin yeni eve gelince yapılan bir takım uygulamalar vardır. Bunlar;

  • Eskiden gelin içeri girmeden önce kapı önünde beklerdi. Damat sağdıçlarıyla beraber damda bekler ve üç tane elmayı dilimleyerek gelininin başından aşağıya atardı. Günümüzde ise bu adet uygulanmamaktadır.
  • Geline nazar değmesin diye gelinin ayakları altında ağ süpürge ve üzerlik otu yakılırdı. Bu uygulama günümüzde nadirde olsa görülebilmektedir.
  • El bastı adı verilen nişanda, kız evinden alınan şerbet bardağı gelinin ayağının altında kırılır. Bazen de gelin almaya giderken kız evinden bir bardak alınıp gelinin ayağı altında kırılır.
  • İçinde üzüm ve çerez bulunan küp, gelin tarafından kırılır ve gelinin başından aşağıya bu çerez ve üzüm dökülür.
  • Gelin içeriye girince Kuran-ı Kerimin altından geçirilir.
  • Gelinle damat içeri girmeden önce kapının üzerine bal sürerdi. Bu âdet, evde tatlılık, huzur olsun diye yapılırdı. Günümüzde çok fazla yapılmamaktadır.
  • Gelin içeri girmeden önce ayağının altına koyun postu ve demir bırakılırdı. Buda zürriyetinin devamlı olmasını istedikleri için yapılan bir uygulamaydı. Günümüzde bu uygulama yapılmamaktadır.
  • Gelinin geçtiği yerlere nazar değmesin diye sarımsak asılırdı. Bu uygulamada günümüzde görülmemektedir.
  • Gelinin ayakkabısının içine para bırakılır. Yeni evine gelince görümcesi tarafından bu bırakılan para alınır.
  • Gelin yeni eve gelince kucağına erkek çocuk oturtulur. Buda ilk doğacak olan çocuğun erkek olmasını istedikleri için yapılan bir adettir ve gelin kucağına bırakılan çocuğa bahşiş vermek zorundadır.
  • Giresun Çepni Türklerinde toy- düğünlerde bir genç gelinin karşısına geçer elinde tutmakta olduğu yumurtlayan tavuğu oynatarak oynar. Ayrıca kız evi, gelinle birlikte onun yeni evine yumurtlatan bir tavuk hediye eder. Bununla birlikte çok çocuklu bir anne olacağına inanılır. İnanca göre tavuk- yumurta, dölün zürriyetin remzidir.(Kalafat 2006:133).

Eskiden gelin içeri girdikten sonra oturmazdı, kayın pederi ya da kayınvalidesi gelip geline hoş geldin edip hediyesini sunardı. Hediye olarak altın, para, tarla ya da küçükbaş hayvan verilirdi.

Eskiden gelinin oturacağı yerin duvarına cecim adı verilen kilimler asılır, cecimin bir ucuna gaz lambası, bir ucuna ise gelinin ayakkabısı asılırdı. Daha sonra aile büyüklerinden bir bayan gelinin yanına gelerek hoş geldin gelin şiirini okurdu.

HOŞGELDİN GELİN

Gelin diyer hani atam

Koyunu kuzuya gatam

Kaynatandır senin atan

Hoş geldin gelin hoş geldin

Gelin diyer hani anam

Burnunda var altın tanam

Kaynanandır senin anan

Hoş geldin gelin hoş geldin

Gelin diyer hanı gardaşım

Garlı dağlar nece aşım

Kayındır senin gardaşın

Hoş geldin gelin hoş geldin

 

Gelin diyer hani bacım

Men ağlaram avcım avcım

Görümcendir senin bacın

Hoş geldin gelin hoş geldin

 

Gelin diyer püste

Giymerem dabanım üste

Gocan durup dam üste

Hoş geldin gelin hoş geldin

Esliesli gül bağım

Esli fırengi gül bağım.

Beş milyar senin dil bağın.

Hoş geldin eziz gonağım.

Bu şiiri okuduktan sonra gelinle damat yalnız bırakılır ve şerbet içirilirdi. Günümüzde bu şiir okuma âdeti kaldırılmıştır.

Eskiden gelin şerbet içtikten sonra dışarıya çıkarılır ve önüne tepsi bırakılırdı. Aile büyüklerinden bir kadın, davetlilerin takmış olduğu hediyeleri ilan eder ve gelinin önüne bırakılan tepsiye bırakırdı. Hediye takma merasiminden sonra davetliler dağılır ve düğün sona ermiş olur. Günümüzde düğün hediyesi takma köylerde hala bu şekilde devam etmektedir. Düğün dağıldıktan sonra damat arkadaşları tarafından gezdirilmeye götürülür ve akşam evine bırakılır. Düğünden sonraki üç gün, gelinle damat evden çıkmaz. Gelinin annesi tarafından üç gün sonra sağdıçları ile tatlı gönderir ve gelinle damat artık evden çıkabilir. Tatlıyı getiren sağdıçlara gelin ya da damadın annesi tarafından hediye verilir.

Düğünden bir hafta sonra gelin kocasıyla beraber babası evine el öpmeye gider. Babası gelinle damada çeşitli hediyeler sunar.

Eskiden düğünden 15- 20 gün sonra gelinin annesi, yakın akraba kadınlarla beraber gelini görmeye giderdi. Gelinin annesi geline elbiselerini, helva ve çörek yapıp götürürdü. Daha sonra bu getirilen helva ve çörek ertesi gün komşulara dağıtılırdı. Gelini görmeye giden diğer misafirlerde geline çeşitli hediyeler götürürdü. Günümüzde bu gelenek görülmemektedir.

Düğünden bir ay sonra aile ilişkilerini daha da sıkılaştırmak amacıyla gelinin babası damat tarafını yemeğe davet eder.

4.ÖLÜM VE ÖLÜ GÖMME

Ölüm döşeğinde olan kişiye “sekarat” da denilir.  Sekerat da olan hasta yemeden içmeden kesilen, yatağa düşen kişidir ve artık bu kişiye ölecek gözüyle bakılır. Son nefesini verirken çeşitli yöntemler uygulanır. Bunlardan bazıları;

  • Ölecek olan kişinin başında Kuran-ı Kerim okunur.
  • Ölecek olan kişinin yüzü kıbleye bakacak şekilde yatırılır.
  • Helallik almak için yakın eş, dost ziyarete gelir.
  • Ölmeden önce bir isteği varsa yerine getirilir.

Kişi öldükten sonra uygulanan işlemler ise şunlardır;

  • Kişi öldükten sonra genelde fazla bekletilmez. Son nefesini verdikten sonra gözleri açık ise kapatılır, çenesi bağlanır ve yüzü örtülür.
  • Eğer defin işlemi uzun sürecekse, ölecek olan kişinin üstüne şişmemesi için bıçak gibi metal aletler bırakılır.

Ölen kişiyi yıkamak için ocak yakılıp kazanlarda su kaynatılır. Ölen kişi erkekse, imam yıkar. Ölen kişi kadınsa, işi bilir tecrübeli bayanlar yıkar. Öte yandan kefeni hazır değil ise kefen biçilir.

Eskiden ölü yıkama işlemi gerçekleşirken, köyün ya da mahallenin genç erkekleri toplanıp mezar kazardı. Günümüzde ise belediyeler mezarları hazır olarak açmaktadır. Mezar kazan kişilere komşular tarafından yemek ikram edilirdi. Ölen kişinin birinci dereceden yakınları bu işlemlere karışmaz, diğer akrabaları ya da komşuları tarafından yapılırdı.

Cenaze namazı kılındıktan sonra mezar doğu- batı uzantılı kazılır. Ölenin sağ yüzü kıbleye, eller yana doğru bırakılarak gömülür. Ölen kişi kadın ise, çocukları, eşi, kardeşleri tarafından mezara yerleştirilir. Daha sonra ölen kişinin üstüne sal taşı ya da tahta bırakılır ve üstü toprakla kapatılır. Bu sürede ölen kişinin başında Kuran okunur. Bazıları mezar başında helva yaparak mezarlıktakilere dağıtır. Mezarlığa ölü gömmeye yalnızca erkekler gider, kadınlar mezarlığa ölü gömmek için gitmez. İlk taziye ziyaretleri mezarlıkta ölünün yakınlarınca kabul edilir.

Defin işleminden hemen sonra, ölen kişinin evinde taziye kurulur. Küresünniler de taziye ziyaretleri üç gün sürmektedir. Bu üç gün süre içerisinde ölen kişinin akraba ve yakınları baş sağlığı için taziye evine girerken ve çıkarken ölünün ruhuna Fatiha okur. Taziyede sürekli Kuran okunur. Kuran okumayı bilen kişiler arasında ölen kişinin ruhuna hatim indirilir.

Eskiden ölen kişinin evinde üç gün boyunca yemek yapılmaz, komşular tarafından yemekler yapılır ve taziye evine götürürdü. Taziye ziyaretine uzaktan gelenleri komşular yemeğe götürürdü. Günümüzde ise, taziye yemeklerini yakın akrabalar kendi aralarında para toplayarak aşçı çağırır ya da hazır yemek yaptırırlar.

Eskiden ölen kişinin erkek akraba ve çocukları, üç gün boyunca tıraş olmazdı. Taziyenin bittiği gün ölü evine çağırılan berber, erkekleri tıraş ederdi. Eskiden ölü evinde üç gün temizlik yapılmaz, taziye bittikten sonraki gün komşular kendi evlerinden getirmiş oldukları sabunlarla ölünün elbiselerin yıkar ve ölünün evini temizlerdi. Komşular gelip temizlik yapana kadar ölen kişinin evindekiler temizlik yapmazdı. Ölen kişinin temizlenen elbiseleri kasıf (fakir) birine verilirdi. Buda ölünün günahlarına kefaret sayılacağı düşüncesiyle yapılırdı.

Yine üçüncü günün sonunda kadınlar ölünün helvasını (un helvası ) pişirirler. Pişen helvanın bir kısmı, öncelikle evin damına atılır. Amaç; önce kurt kuş yesin, önce dilsizler, konuşamayanlar yesin sonra ölünün ve diğer insanların ağzı tatlansın. Daha sonra helva ölü evindekilere ikram edilir (Levendoğlu 2006:150).

Salmaz’ da yaşayan Giresunlu ve diğer Türk kesimlerdeki bir dep (gelenek)e göre bir aileden ölüm olsa, o aileden kohum- kardaş (hısım akraba) ölümden korunmak için ‘’gada kurbanı’’ diye adlandırılan bir koyun kesilerek kurban edilir. Bu kurbanın başı, ciğerleri ve işkembesi mezarlığa gömülür, eti yoksul ailelere paylaştırılır, ölü sahibi bu etten yemez. Böylece ölümden korunulduğuna inanılır. (Kalafat 2005:133).

Küresünniler de genellikle ölünün 40. gününde ölen kişi için mevlit okutulur. Mevlit verilmeden önce akraba, komşulara mevlit okutulacağı haberi verilir ve temizlik ve hazırlık yapmak için yakın akraba ve komşular bir gün önceden ölen kişinin evine tekrar gelerek temizlik ve hazırlıklarda yardımcı olurlar. 40. gün Mevlite gelen akrabalar ölen kişinin evine kesme şeker getirirler. Mevlit okuturken gelen misafirlere helva ve lokum sunulur. Kuran okutulur ve hatimler bağışlanır. Eskiden 40. Günler de hedik, kuruyemiş yapılıp dağıtılırdı.

40 güne kadar ölü evinde yapılan ya da yapılmayan bir takım uygulamalar vardır. Bunlardan bazıları;

  • Ölen kişinin evinde radyo ve televizyon açılmaz.
  • Gezmeye, eğlenmeye, düğünlere ve misafirliğe gidilmez.
  • Kadınlar 40. güne kadar karalar giyer. Eğer ölen kişi genç ise annesi, bacıları tarafından yedi yıl boyunca karalar giyer. Bazen daha uzun süre hatta ömür boyu giyenlerde olur.
  • Ölen kişi genç ise, ölenin yakını ( genellikle annesi) yedi yıl boyunca ölenin sevdiği yemeği yemez, komşu- akraba ziyaretlerine gitmez ( Levendoğlu 2006:150).
  • Kadınlar oyasız ve siyah yazmalar takar.
  • Kadınlar ellerine, ayaklarına, saçlarına kına yakmazlar.
  • Genç ölümlerinde kadınlar saçlarını keserler.

Ölen kişinin 40 çıkmadan mahalle ya da köyde düğün yapacak olan kişiler ayıp karşılanmasın diye, ölen kişinin yakınlarından düğün yapabilmek için izin ister.

  1. gün sadece ölünün ruhuna verilen mevlitle yeterli kalmamıştır. 40. Gün yasın kaldırılması içinde beklenilen gündür. 40. gün akşamı ölen kişinin büyük akrabası yani aile büyüğü ölen kişinin evine gelir. Yasın artık kaldırılması gerektiğini, ölünün yas tutarak huzur bulmayacağını söyler ve açılmayan televizyon, radyoyu açar. Aileden büyük olan kadınlardan birisi, ölü evindeki kadınların siyah örtü ve elbiselerini çıkartarak bunun yerine beyaz örtü ve beyaz elbiseler giydirir. Bu uygulamaların çoğu artık günümüzde görülmemektedir.

Küresünniler de 40. Günü düzenlenen gelenekler, bazı köy ve mahallelerde ölen kişinin 52. Gününde yapılmaktadır. Bunun nedeni ise ölen kişinin ahirete 52. Günde vardığı düşüncesidir.

Ölen kişinin ölümünden 2-3 ay sonra akrabaları ve komşuları tarafından ölü evine hediyeler götürülür. Bu hediye geleneğine ‘’yaslama’’ denir. Bunlar; çorap, gömlek, eşarp, şeker tarzı küçük hediyeler olur. Ölen kişinin acısını unutturmak namına ve gönlü güzel olsun diye yapılan bir gelenektir. Bu uygulama günümüzde büyük oranda hala görülmektedir.

Küresünniler de uygulanan gelenekten bir tanesi de Kara bayram geleneğidir. Kara bayram kişi öldükten sonraki ilk dini bayram Kara bayram olarak kabul edilmektedir. Bayram günü ölü evinde, bayram temizliği yapılmaz, bayram şekeri alınmaz, bayram tatlısı yapılmaz, taziye gibi yas tutulur. Ölen kişinin yakınları, bayram günü ölü evine tekrar baş sağlığı ziyaretinde bulunur. Gelen yakın akrabalar, ölen kişinin evine bayram tatlısı yapıp götürür ve bunu ziyarette bulunanlara sunar. Komşu ya da yakın akrabalar, bayramın ilk günü ölen kişinin evindekilerini yemeğe davet eder.

Kara bayram geleneği günümüzde hala devam etmekle beraber, bazı kesimlerde geçerliliğini yitirmiştir.

Küresünniler de mezar ziyaretleri Perşembe, Cuma günleri Cuma namazından sonra, bayram arifesinde ve bayram günleri bayram namazından sonra ziyaret edilir. Bazı kişiler bayram namazından sonra, camiden çıkanlara ya da mezarlık ziyaretlerinde ölen yakınlarının hayrına lokum, bisküvi, şeker dağıtır.

İran’daki Küresünnilerde uzak bir yerden köyüne gelen birisi, evine gitmeden evvel ilkin mezarlığa gider. Orada yatmakta olan aile büyüklerini ziyaret eder. Ziyaret ettiği mezarların toprağından bir parça alıp ağzına atar. Bu uygulama ‘’ata kültü’’ ile ilgilidir. Ata ruhlarına saygılı davranmak Türk inanç sisteminde önemli yer tutar. Geleneksel İslam’ın tezahürlerinden olan bu uygulama Türk halkları arasında çok yaygındır ve Göktürk dönemine kadar uzanan bir uygulama derinliği vardır. Göktürk döneminde senenin muayyen zamanlarında ata ruhlarına kurban kesilirdi. Hala, Anadolu’da kurban bayramlarında ölmüş ana babalar için de kurban kesildiği olur. Evlilik arifesinde gençler, ulu kabirlere birlikte gider, göçmüş aile büyüklerini de ziyaret ederler. Askerlik. Yüksek tahsil ve benzeri nedenlerle sılaya çıkanlar ecdat kabirlerini ziyaret ederler. (Kalafat 2005:132,133 ).

II. BÖLÜM

DİĞER İNANÇ ADET VE UYGULAMALAR

1.TABİAT OLAYLARI İLE İLGİLİ İNANIŞLAR

a-Ay ve Güneş Tutulmasıyla İlgili İnanışlar: Ay ve güneş tutulması doğa olayları olması, batıl hiçbir inanca sebebiyet vermemesi gereken yerde, bazı toplumlarda çeşitli inançlara sürüklenmesine neden olmuştur.

Küresünniler de ay ve güneş tutulmasıyla ilgili çeşitli inanışlar ve bu inançlar için çeşitli uygulamalar yapılmıştır.

Eskiden ay – güneş tutulduğu zaman insanlar Allah’ın günahkâr kulları olduklarını düşünerek ve Allah’ın gazap yağdıracağına ya da dünyanın sonunun geldiğini düşünürdü. Güneş tutulduğunda oluşan karanlık ve kasvetli havayı savmak için;

  • Güneş tutulduğunda ateş edilirdi.
  • Dünyanın sonunun geldiğini düşünerek tövbe edilir. Dualar okunurdu.
  • Güneş tutulduğunda gençler tarafından teneke çalınırdı.
  • Ay tutulduğunda ayın açılması için salavat-ı şerif çekilirdi.
  • Güneş tutulduğunda imamlar tarafından sala verilirdi.
  • İlahiler söylenirdi.

Bu inanışlar günümüzde geçerliliğini yitirmiştir.

b-Yıldızlarla İlgili İnanışlar

Şafak Yıldızı İle İlgili İnanışlar: Yaz ayında şafak yıldızı çıktığı zaman, yaylada koyun güden çobanlar sabaha karşı koyunu yatırır. Şafak sökene kadar koyunu kaldırıp gütmezler. Bunun nedeni, sabaha karşı otlamaya kalkan koyunlara, şafak yıldızının ışığının vuracağı ve bunun sonucunda koyunların ‘’ karayelin’’ denilen memelerinin sakatat olup bir daha süt vermemesine neden olacağı düşüncesidir. Çobanlar bu yıldız kaybolduktan sonra koyunları gütmeye kaldırır.

Leyla İle Mecnun Yıldızları İle İlgili İnanışlar:  Yaz ayında çıkan, birbirine aynı hizada olan fakat birbirlerine çok uzakta olan iki yıldızın, yaz ayından itibaren yakınlaşmaya başlayıp, sonbahar ayında birbirlerine çarpışıp geçtikleri ve tekrar uzaklaştıklarına inanılan bu yıldızların, çarpıştıklarını görenlerin diledikleri tüm dileklerinin kabul olunacağına inanılır.

Ülker Yıldızı İle İlgili İnanışlar: Eskiden ramazan ayı yaz dönemine denk geldiği zamanlarda insanlar Ülker yıldızının kıbleye taraf geçtiğini gördüklerinde sahur vaktinin geldiğini anlardı.

c-Gök Kuşağı İle İlgili İnanışlar: Gökkuşağı çıktığı zaman Küresünniler, Hz. Fatma hanasından  cecim uzattı derdi.(hana tahtadan yapılan kilim tezgâhına verilen isimdir. Cecim ise kilim demektir.) yani gökkuşağı çıktığında Hz. Fatma’nın kilim tezgâhından uzanan kiliminin olduğuna inanılırdı. Günümüzde böyle bir inanç yoktur.

Gökkuşağı ile ilgili bir diğer inanç ise insanlar, gökkuşağı çıktığı zaman altından geçmeye çalışır, geçebilirse erkek olanlar kıza kız olanlar ise erkeğe döneceğine inanır. Bu inanışta günümüzde geçerliliğini yitirmiştir.

2.YAĞMUR DUASI VE YAĞMUR YAĞDIRMAK İÇİN YAPILAN UYGULAMALAR

Yağmur duası Allah’ a dua edip, yağmur istemek adına yapılan bir uygulamadır. Hemen hemen her kültürde bulunan ve uygulanan bir yöntemdir.

Yağmurun yağması tabiat için gerekli olan bir olaydır. Yağmurun yağmaması tüm insanlık için kötü sonuçlar doğurur ve bunun bilincinde olanlar yağmur yağması için, Allah’a yakarışa geçerek yağmur duasını gerçekleştirir. Genellikle Müslümanlar Allah’ın kullarını susuzlukla imtihan etmesinden korktuklarından yağmurun yağması için dua eder.

Yağmurun yağmamasının doğa ve insanlar üzerindeki etkileri genelde şöyledir;

  • Yağmur yağmasa ekinler olmaz, toprak verimsizleşir ve çiftçi hasadını gerçekleştiremez.
  • Yağmur yağmasa kuraklık olur. Bunun neticesinde de baraj, göl, deniz sularında azalmalar olur.
  • Kuraklık neticesinde çeşitli bulaşıcı hastalıklar baş gösterebilir.

İnsanlar yağmurun az gözlendiği veya hiç gözlenmediği zamanlarda yağmur duasına çıkar. Yağmur duası, yüksek tepelerde imam ve halk tarafından yapılır. Yağmur duasını yapanlar üzerlerindeki ceketleri çıkarıp ters giyerler. Sonra deful bela olsun diye yani eğer bu bir belaysa insanlık için kalksın diye Allah’a kurban kesilir ve kurbanın kafası suya atılır. Bu kurban kesme olayı bazı yerlerde suya kurban kesildiğini de ifade eder.

Küresünniler de yağmur yağdırmak için yapılan geleneklerden bir tanesi de çömçe gelin geleneğidir. Çömçe halk arasında büyük tahta kaşık demektir. Küresünni köy ve mahallelerinde evlerin bir tanesi çömçe adı verilen tahtadan bebek yapar. Bu bebeğe ağaçtan kol yaparak elbise giydirilir. Bu bebek bazı yerlerde süpürgeden de yapılan büyük bebektir. Daha sonra yapılan bu bebeği çocuklar ev ev dolaştırır. Dolaştırırken de;

Çömçe gelin ne ister.

Allahtan yağmur ister.

Verenin oğlu olsun

Vermeyenin kızı olsun

Diyerek ev halkına yağmur için çömçe gelin gezdirildiği duyurmaya çalışır. Ev halkından bir kişi, çömçe gelinin başından aşağıya su döker, yumurta kırar ve çömçe gelini gezdiren çocuklara şeker ya da para verir. Çömçe gelini ıslatma nedeni ise, yağmura davetiye olarak yapılır. Bu uygulama yağmur yağmadığı dönemlerde, yoğunlukla köy yerlerinde hala sürmekte olan bir gelenektir. Bu çömçe gelin, bazı Küresünni köylerinde kuzuların doğumuyla da gerçekleşen bir durumdur. Koyunlar ilk kuzulamaya başlayınca çocuklar tarafından çömçe gelin tekrar yapılıp gezdirilir.

 

 

3. DOLU DİNMESİ İÇİN YAPILAN UYGULAMALAR

Küresünnilerde tandır bulunan kesimlerde tandır karıştırmak için kullanılan bir demir ya da tandır üstüne bırakılan ve ‘’bisti’’ adı verilen genişçe bir demir parçası vardır. Dolu fazla yağdığı zaman bu demirlerden bir tanesi ısıtılıp ters bir şekilde dışarı atılır. Demirin üstüne düşen dolu taneleri, dolunun yağmasını dindireceğine inanılır. Bu uygulamada günümüzde görülmemektedir.

4.RÜZGÂR VE ETKİLERİ İÇİN YAPILAN İŞLEM VE İNANIŞLAR

Küresünniler de yönlere göre rüzgârlara isim verilmiştir. Genellikle çiftçi olan kişiler tarafından bu rüzgârların ekinler üzerindeki etkileri gözlemlenmiştir. Bunlar;

  • Doğudan esen rüzgâra İran rüzgârı denir. Bu rüzgâr ekin gelişimi sırasında çok fazla eserse, ekinin evininin zayıf olmasına, gelişememesine neden olur. Bu olaya da “jeyh vurması” ya da ‘’ yel çalması’’ denilir.
  • Kıbleden yani güneyden esen rüzgâra veda yeli denir. Bu rüzgâr bahar ayında esince karı, buzu eritir.
  • Batıdan esen rüzgâr ise ekin gelişimi sırasında ekini besler. Verimli ekin elde edilmesinde etkili bir rüzgârdır. Ayrıca bu rüzgâr harman zamanında savurma işlemi yapılması içinde beklenir. Batıdan esince, savurma işlemi daha kolay ve daha temiz şekilde yapılır.

5.DİĞER DOĞA OLAYLARI İLE İLGİLİ YAPILAN UYGULAMALAR

a-Koç Karı: Küresünnilerdesonbahar ayından sonra ilk kez yağan kara, koç karı denilir. Koç karının yağması, artık kışın geldiğinin habercisidir. Genelde kasım ayında yağar.

b-Çilleler: Çille denilen doğa olayı,  ikiye ayrılır. Kışın çok soğuk geçen dönemlerine denir. Ve küçük çille ve büyük çille diye ikiye ayrılır.

Büyük Çille: Büyük çille Ocak ayının 20 sinde başlayan ve Şubat ayının 1 ine kadar geçen süredir ve 40 gün sürer. Kışın en soğuk günleri bu dönemdedir. Bu 40 gün çok soğuk geçer ve genellikle kadınlar eskiden bu günleri atlatana kadar temizlik yapmazdı.

Küçük Çille: Büyük çille den çıktıktan hemen Şubat 1 den başlar ve Şubat 20 ye kadar geçen soğuk günlere denilir. Büyük çilleye oranla daha az sürdüğü için küçük çille denilir. Bu günlerde güneşli ve bulutlu havalar görülür ama hangi günün güneşli, hangi günün bulutlu olduğu tahmin edilemez.  Dengesiz bir hava koşulu vardır. Bu yüzden Küresünniler de bu farklı bir geleneğe dönüştürülmüştür. Mahalle ve köylerde yakın komşular, 20 gün geçen çille süresini 20 eve bir gün düşecek şekilde bölüştürürler ve çille günü sıra hangi evde ise, o günün hava durumu açık ya da kapalıysa bu hava çille evindekilerin kişiliğini belirlediğini düşünürler. Hava kapalıysa bu kişinin yüzü asıktır. Hava açık ise, o kişinin yüzü güleçtir şeklinde bir gelenek oluşturmuşlardır. Bu eğlenceli gelenek varlığını hala sürdürmektedir.

Çilleler bittikten sonra havalar ısınmaya başlar ve artık bahar ayına girmiş, soğuklardan kurtulmuş olunur.

Güney Azerbaycan’ın Hoy bölgesinde çille gecesi –akşamı güz mevsiminin sonunda en uzun günün gecesinde kışın ilk 40 günü büyük çille; ikinci 40 gün, küçük çilledir. Kış mevsimi için saklanan meyve, çerez, şirni çıkarılır. ‘’çille sofrasına’’ helva, peşmek (tel helva)  baslık (horoz şekeri), nogul ( tatlıya batırılmış badem veya fıstık), karpuz, nar, kavun, armut, elma, ayva, badem, ceviz, kişmiş, nohut, pıtlak( patlamış mısır), kavurga konur. Karpuz, sofranın gelinidir. Buna ‘’ çille karpuzu’’ denir. Çillede yeni gelin ve adaklılara aileleri ‘çille payı’’ gönderirler. Çille payı, hava kararmadan gönderilmelidir ve çille payı yedi tabağa konur. Bunlara ‘’çille tabağı’’ denir. Bu tabaklar süslenirler ve üzerlerine ağ (ak) veya al ( kırmızı) şal çekilir. Bu tabakların her birine ayrı şey konulur. Bir tabağa kavun- karpuz, birine kırmızı elma, Birine armut, birine nar birine un ve düğü ( pirinç) birine paltar (giyim) birisine ise altın ve gümüş konur. Tabakları getiren kız evi merasimle karşılanır. Tepsi için üzerlik yakılır. Tabaklar özenle alınıp konak odasına konulur. Getirenlere enam ( hediye) verilir. Hediyeler para, yün çorap, gömlek vs. olabilir. Kız evinde şenlik yapılır, gelen yemişlerden komşulara pay verilir. Oğlan evinden ertesi gün kız evine gelinir. Ortada şadlık verilir ( eğlence yapılır). Bu geceyi kutlamayanın yılsonuna kadar mutsuz olacağı inancı vardır. İnanca göre çille mutsuzluk getirir.

Adaklı kızı olmayanlar bir aksakalın evine gidip orada şadlık eder, nagıl söyler, hatıra anlatırlar. İnanca göre çilleler, büyük bacı ve küçük bacı imiş ve aralarında atışırlarmış, bunlar temsilen canlandırılır.

Hoy’daki Giresunlular ve diğer Türk boylarında çille gecesinde köse oyunu oynanır. Köse bir çobandır. Ona makyaj yapılır. Sopasına çıngırov (zil- çan) beline tahta kılıç takılır. O kapıları dolaşıp eğlence yapıp hediye alır. Böylece çille eğlenceleri başlamış olur. Ev sahiplerine dua edilir ve ne verilir ise ona razı olunur. Veremeyen aileler için de Allah’a dua edilir. Bu arada kösenin avradını çalarlar, köse sopasıyla çevredekilere vurarak eşinin yerini öğrenmeye çalışır.

Giresunlu Türk boylarında çille gecesi bir çocuk suya gönderilir. Bu çocuk hiç konuşmadan suya gidip su getirmelidir. Bu suyu ağ pürçek ( saçı ağarmış güngörmüş) bir kadın bir kaba döker. Bu esnada oradakiler mani bayatı okurlar:

‘’Elinde bayda gelin

Durupdu çayda gelin

Tanrı muradın versin

Açılan ayda gelin”

Gibi parçalar okunurken, ağ pürçek hanım gençlerin her birinden boncuk düğme türünden eşyaları suya atar. Bunlar bayatı okunarak sudan çıkarılır. Okunan şiir, eşya sahibinin falı olarak kabul edilir.( Kalafat 2005: 135.136.137).

c-Cemileler (Cemreler) İle İlgili Uygulamalar: Soğukların bitmesinin hemen ardından bahar gelir ve sıcaklar düşmeye başlar. Buna halk dilinde ‘’cemre düşmesi’’  Küresünniler de ise buna ‘’ cemile düşmesi’’ denir. Cemileler Şubat 20 den itibaren üç hafta içerisinde düşmektedir. İlk cemile Şubat 20 de havaya düşer. İkinci cemile 27 Şubatta suya düşer. Üçüncü cemile ise 6 Martta toprağa düşer. Böylelikle baharın gelmiş olduğu kabul edilir.

d-Berdele Cü: Mart ayının 10 ile 15i arasında olan soğuklara denir. Eskiler bu soğuğun beşikteki çocukları öldürdüğünü, tandırda seyikleri (çömlek) çatlattığını ve kuşların bile bu soğukta çalı üzerinde donduğunu söyler.

e-GamışGıran ( Camız Kıran): Nisan 15 ile 27 sinde görülen şiddetli dolu ve yağmurlara verilen isimdir. Koca karı fırtınasında denilmektedir.

Gamış kıran, ismini eskilerin anlatmış olduğu rivayete göre; bir kadın bu ayda camızlarını meraya gütmeye götürmüş, yağan dolu tüm camızları öldürmüş. Bu yüzden bu ayda yağan şiddetli dolu ve yağmura Küresünnilerde gamış gıran denilmektedir.

6. BELİRLİ VE ÖZEL GÜNLER

a-Nevruz Bayramı: Bahar bayramı olarak ta bilinen nevruz 21 Martta kutlanır.  Eskiden nevruz bayramında Küresünnilerde ‘’baca sallama’’ âdeti vardı. Bu günde gençler toplanarak evlerin bacalarından aşağıya iple torba sarkıtırlardı. Ev halkı bu torbaya kavurga, ceviz, kuruyemiş, para gibi hediyeler bırakırdı. İpi çeken gençler, bu hediyeleri kendi aralarında üleştirirdi. Ayrıca her evde yumurtalar haşlanarak rengârenk boyanır ve baca sallayan gençlere bu renkli yumurtalardan bırakılırdı. Daha sonra gençler ateş yakıp bu ateşin üstünden atlardı. Baharın gelişi bu şekilde kutlanırdı.  Baharın gelişi için yapılan bu kutlamalar günümüzde varlığını yitirmiştir.

b-Hıdırellez: Hıdır ve İlyas peygamberlerin, her 6 Mayısta yeryüzünde buluştuklarına ve tüm darda kalan insanların bu günde imdadına yetişeceğine, bolluk bereket getireceğine inanılan ve Küresünniler için önem teşkil eden bir gündür. Hıdırellez için çeşitli hazırlıklar yapılır. Bunlar;

  • 6 Mayıs gününde Hıdırellez’in evleri ziyaret ettiğini ve kirli olan evlere girmeyeceğini düşünerek evler temizlenir.
  • Hıdırellez’in evlere gelip gelmediğini anlamak için kapı önlerine kap içerisine un bırakılır. Gelirse bu una el basacağı düşünülür.
  • Evlenmemiş gençler, bu gecede tuzlu ekmek yiyip su içmeden uyur. Eğer rüyasında bir kişi ona su verirse ileride evleneceği kişinin o olacağına inanılır.
  • Hıdırellez sabahı insanlar su kenarlarına giderek, Allahtan ne istiyorlarsa su kenarlarında resmini çizer veya kâğıda dileğini yazıp suya atar. En kısa sürede dileğinin gerçekleşeceğine inanılır.
  • İnsanlar dileklerinin biran önce kabul olmasını istedikleri için su kenarlarında şeker, lokum, çerez gibi yiyecekler ikram eder.
  • İnsanlar dileklerini yumurtaya yazarak gülfidanlarının yanına gömer.
  • Evlenmeyen gençler elmanın kabuğunu soyarak yastıklarının altına bırakır, evlenecekleri kişiyi rüyalarında göreceklerine inanırlar.

Güney Azerbaycan’da Hıdır Nebi günü, büyük çilleden 45 gün sonra olur. Hıdır Nebi veya Hızır Nebi günü Hıdır Peygamberin dirilip bütün evlere uğradığına inanılır. At sırtında dolaşan Hıdır Nebi darda kalanlara yardım eder, hayır ve bereket getirir. Giresunlularda yaşayan bu inanç Batı Türklüğünün tüm ellerinde vardır. Anadolu’da Hızır’ın dirildiği değil, her zaman gelebileceği inancıda vardır. Hangi kılıkta geleceği de bilinmez. ( Kalafat 2005:138).

7. DİNİ BAYRAMLAR İLE İLGİLİ YAPILAN UYGULAMALAR

Dini bayramlarda Küresünnilerde haftalar öncesinden hazırlıklar başlar. Bunlar;

  • Arife günleri temizlik yapılır.
  • Mezarlıklar ziyaret edilir.
  • Tatlılar, aşureler yapılır.
  • Bayram alışverişleri tamamlanır.

Eskiden bayram tatlıları tandırlar üzerinde veya ocaklar üzerinde yapılırdı. Bunun yanında çörekler ve üzüm aşı denilen bayramlara özel aşure yapılır. Çocuklar ve kadınlar ellerine kına yakardı.

Bayram namazından sonra akraba, eş- dost bayramlaşır daha sonra mezarlık ziyaretine gidilir. Mezarlık ya da camiden çıktıktan sonra bazı kişiler ölmüşlerinin hayrına lokum, bisküvi dağıtır. Daha sonra aile büyüğünün evinde kahvaltı yapılır. Son olaraksa tüm eş- dostun bayram ziyaretlerine gidilip bayramlaşılır.

Dini bayramlarda kayınvalideler nişanlı gelinlerini görmeye bayramlaşmaya gider. Bayram hediyesi olarak altın takar. Eskiden geline bayram hediyesi olarak koç armağan edilirdi. Yaslı olanlara Kara bayram ziyaretinde bulunulur. Yaslı olanlar aile yakınları tarafından yemeğe davet edilir.

8. CİNLER İLE İLGİLİ İNANIŞLAR

Cinler Allah’ın ateşten yaratmış olduğu ruhani varlıklardır. İnsanların çoğu cinlerin musallat olacağından korkmuş ya da bu düşünceyle korkutulmuştur. Özellikle eskiden cinlere olan korku günümüzdekinden daha fazlaydı. Küresünnilere göre cinler, harabe yerlerde, pis yerlerde, karanlık, sessiz, ıssız yerlerde, köylerde olan insanlar köy yerlerinde dağlarda, su değirmenlerinde bulunduğunu ve bu cinlerin Müslüman ve Müslüman olmayan olarak ayrıldığını söyler. Küresünnilere göre Müslüman olmayan cinler insanlara musallat olur ve her kılıkta görülebilir. Kara kedi cin ve şeytan nişanesi olarak düşünülür. Kirli ve pasaklı değişik insanların cin olacağı düşünülür ve tilki şeklinde de cinlerin görülebileceğine inanılır.

Cinlerin musallat olacağına dair inançlar;

  • Gece sıcak su dökülmez, ateş yakılmaz. Cinlere zarar verilip musallat olacağına inanılır.
  • Sarımsak ve soğan kabukları yakılmaz bu kabukların cinlerin parası olduğuna inanılır. Yakılırsa yakan kişiye cinlerin musallat olacağı düşünülür.
  • Özellikle çocuklar yalnız bırakılmaz. Yalnız kalan çocuklar korkunca cinlerin yokladığına inanılır.
  • Gece ev süpürülmez. Eğer çok acil süpürülecekse halı kapı yönünden tersine süpürülür ve gece çöp dökülmez.
  • Gece dışarıya su dökülmüşse bu suyun üstünden geçilmez.
  • Gece ıslık çalınmaz. Islıkla cinlerin çağırıldığına inanılır.

Cin Çarpması: cinlerin genellikle çocuklara daha çok musallat olduğu düşünülür. Cin çarpması genellikle bayılma, dudakların morarması, nefesin ağırlaşması, çift görme ve el – ayak kitlenmesi olarak kendini gösterir.

Cinlerin musallat olduğu düşünülen kişilere hocalardan muska alınır. Bazı köylerde hocalara giden kişiler hocalar tarafından cin içinden çıkartılarak şişe içerisine kapatılır ve dağ su gibi yerlere atılır. Böylece musallat olan cinler, şişe içerisine hapsolup bir daha musallat olmayacağına inanılır.

 

9. KÜRESÜNNİLER’ DE YEMEK KÜLTÜRÜ

a- Yemek çeşitleri

Küresünnilerde yemek kültürü oldukça geniştir. Yemeklerinin bazılarını İran’dan göçmeden önce bilirken, bazılarını da Van’a geldikten sonra kültürel alışveriş sonucunda öğrenmişlerdir. Küresünnilerde yapılan başlıca yemekler;

Acem Köftesi (Et Köftesi): Et, bulgur, merze (zeyturun),reyhan, soğan karıştırılır. Ceviz büklüğünde yuvarlanır. Salçalı suda pişirilir. Pişirme şekli bazı köy ve mahallelere göre değişiklik gösterir. Özelliği taş üzerinde etin tokmakla dövülerek yapılmasıdır.

Tebriz Köftesi ( Taş Köfte): Buda et köftesiyle benzerlik göstermekle beraber ondan farklı olarak yuvarlanan harcın içine haşlanmış yumurta bırakılarak kapatılmasıdır. Bunun da özelliği et köftesi gibi taş üzerinde, etin tokmakla dövülerek kıyma haline getirilmesidir.

Eşkili: Maydanoz, evelik, pazı, ıspanak ve mercimek ile yapılan bir yemektir. Piştikten sonra içine yumurta kırılır ve bu yumurtanın dağılmadan lop şeklinde pişmesi sağlanır. Bu yemeğe ismini veren ise ekşi pestilin bolca katılmasıdır.

Sengeser: İçinde mercimeğin yoğun olduğu bir yemektir. Mercimek ve kurut ( kurutulmuş çökelek) karıştırılarak bol kırmızıbiber dökülerek yapılan bir yemektir.

Kelem Aşı: Çökelek ya da kurut ile kelem ( beyaz lahana) karıştırılarak yapılan bir yemektir.

Mac (umaç) aşı: İç yağ, mercimek, ak pancar, katırkuyruğu, gibi otlar ve salça, lapa, karıştırılıp pişirildikten sonra üzerine un ilave edilir. Bu yemeğin özelliği acısının çok fazla olması gerektiğidir.

Çılbır: İç yağ, patates, kuru domates, kuru biber, ekşi erik pestili, mercimek, lapa, bulgur karıştırılarak yapılan bol bulgurlu bir yemektir.

Keledoş: İç yağ, nohut, yarma, mercimek, ak pancar, kurut ya da çökelek karıştırılarak yapılan bir yemektir. Servis edilirken sarımsak ve nane yakılarak sunulur.

Erişte Aşı: Nohut, mercimek, ak pancar, sulu erişte, kurut ya da çökelek karıştırılarak yapılan bir yemektir.

Şovra (Avguş): kelime farsça kökenli olup, bu dilde şurba; pirinç ve sebze ile pişirilen yemek, aş, çorba anlamındadır.

Avguş ise; Farsça ab-guşt kökenlidir. Farsça ab-guşt (ab=su, guşt= et), nohut ve fasulyeli et yemeği anlamındadır. Şovra, içinde nohut, zerdeçüve, patates ve et katılan yahni türü bir yemektir. ( Levendoğlu 2006:125).

Asuda: Un, yağ, şeker karıştırılıp yapılan bir tatlıdır. Un helvasından farklı olarak daha akışkan ve daha yağlı olmasıdır.

Asta (Un Helvası): Un, yağ karıştırılır. Un kızardıktan sonra şerbet yapılarak üzerine dökülerek yapılan bir tatlıdır.

Umaç Helvası: Yapılması biraz meşakkatli olan bir tatlıdır. Umaç helvasının unu özel olarak hazırlanır. Süt ile un karıştırılır ve daha sonra bu karışım kurutulur ve sacda kavrulup saklanır. Umac helvası yapılmak istendiğinde yağ un karıştırılır ve üzerine şerbet yapılıp dökülür. Rengi koyu kahverengidir.

Döğmeç: tandırda yapılan ekmek, eritilen sadeyağın içine doğranarak yapılır. Genelde kahvaltılarda yapılır.

Dip (bine): Şeker pancarı soyulup küp küp doğranır ve çömleğe dizilir. Sonra tandıra konulup kızarması sağlanır. Bazı kesimlerde dip, bazı kesimlerde ise bine olarak adlandırılır.

Gayganak: yumurta tavada pişirilerek tatlı ya da olarak kahvaltılarda yenir. İsteğe göre pekmez ve balda karıştırılarak yenebilir.

Murtuğa (Künzürük): un yağda kavrulur. Üzerine yumurta kırılarak karıştırılır. İsteğe göre tatlı ya da tuzlu olarak sabah kahvaltılarında yenir. Bazı kesimler murtuğa, bazı kesimler ise künzürük olarak adandırır.

Gavut: Özel olarak yapılan unun daha önceden kavrulmasıyla yapılır. Gavut unu, sacda hafif kavrulur ve değirmenlerde undan biraz iri olacak şekilde öğütülür. Daha sonra yağ ve un karıştırılarak kahvaltıda tatlı veya tuzlu olarak yenir.

Çörek içi: Yağ ile un kavrularak yapılır. İsteğe göre tatlı ya da tuzlu olarak yenilir.

Semeni: Buğday özel bir yere ekilerek yeşertilir. Yeşeren kısmı toplanarak tatlı yapılır. (Levendoğlu 2006:127).

Südlaş: Bulgur süte dökülüp kaynatılarak yapılır sütlaca benzer bir tatlıdır.

Yöresel Kuruyemişler:

Kavurga: Yaz aylarında buğday süte yatırılarak bekletilir. Daha sonra kurutulur. Kurutulan buğday dibekle dövülerek kepeği çıkartılır. Daha sonra kepek ile buğday ayrılsın diye savrulur ve kış için saklanır. Kış aylarında bu buğday sacda kavrulur. Ceviz, badem, fındık, üzüm ile birlikte yenir.

İşbabiye: Tatlı kaysı ikiye bölünerek kurutulur. Kış aylarında kuru yemiş olarak tüketilir.

Gara Harman: Yeni toplanmış yeşil nohut ateşte kızartılır. Daha sonra püskülünden ayıklanarak yenir.

Gağ (Kak): Elma, armut, erik, kurutularak kış aylarında kuruyemiş olarak tüketilir.

Yaşam koşulları, kültürel öğretiler ve coğrafi iklim, Küresünnilerin beslenme yönünden çeşitli uygulamalarına yansımıştır. Gıda ürünlerinin saklanması ve korunması, bu uygulamaların başında gelir. Örneğin; eskiden et, kavurma haline pişirilip evlerin “ mağaza” adı verilen bodrum katlarında toprak küp içinde muhafaza edilmiştir.( Levendoğlu 2006:124).

Kış zahiresi hazırlamak için yaz veya sonbahar aylarında çeşitli yiyecekler kış yiyeceği olarak saklanmak için çeşitli işlemlerden geçirilir. Bunlar;

  • Otlu peynir( dağlardan toplanan, sirmo, yaban nanesi, kekik gibi bitkiler toplanarak peynire katılır). Toprak küplere bırakılır, küpün ağzına saman ve çamur karışımı bırakılıp, son olarak iğde ya da üzüm yaprağıyla kapatılır yere gömülür. Kışa kadar yerin altında bekletilir. Eskiden yapılan peynir küplerinin ağzına keten ya da hayvan derisi de konulurdu.
  • Kış için yumurtalı ve sulu olacak şekilde erişte kesilir. Yumurtalı erişte, pilav yapmak için kullanılırken, sulu erişte ise, yöresel yemek olan erişte aşını yapmak için kullanılır.
  • Buğday ocak ve tandır üstünde kazanlarda kaynatılarak damlara serilerek kurutulur. Daha sonra çukur kazılarak buğday içine dökülür ve buğdayın kepeği çıkana kadar dövülür. Buna “dibek” denir. Bunu eskiden erkekler yapardı. Köyün veya mahallenin gençleri toplanır dibek evine giderek o evin dibeğini döğerlerdi. Günümüzde ise, torbalara konarak sopalar yardımıyla dövülür. Daha sonra bu dövülen buğday tekrar kurutulur ve “destar” adı verilen küçük el değirmenlerinde kışın kullanmak için çekilir.
  • Çökelek peyniri tuzlanıp top şeklinde yuvarlanır ve kışın yöresel bazı yemeklerde kullanılmak için tepsilerde kurutularak saklanır. Buna “kurut” denir.
  • Yöresel yemeklere katmak için dağdan ak pancar, katırkuyruğu, çiriş gibi otlar toplanarak kurutulur.
  • Buğday bir gün sütte bekletilir ve sütten çıkartılıp kurutulur. Kış için saklanır. Kışın bu buğday saçta kavrularak çerez niyetine yenir. Buna da “kavurga” denir.
  • Hasat zamanı toplanan buğday değirmenlere götürülerek un haline getirilir. “Kendi” adı verilen tahtadan yapılmış un depolarına doldurulur ve ekmek yapımında kullanılır. Bu unun diğer hasat zamanına kadar ev halkını idare etmesi gerekecek kadar öğütülür.
  • Domatesler ikiye ayrılır, tuzlanır ve kurutulur ya da salçası çıkarılır. Kışın çeşitli yemeklere salça yerine kullanılır. Biber, patlıcan gibi sebzelerde kurutularak kışa saklanır.
  • Kış için turşu yapılır. Elma, armut kurutulur. Elma, armut kurusuna “kak”veya“gağ” denir.
  • Eskiden “nehre” adı verilen yayıklarda tereyağı yapılır. Bu tereyağı kazanlarda kaynatılırdı. Daha sonra kova ya da küp kaplara doldurulup kış için saklanıp yemek için kullanılırdı. Günümüzde köylerde hala süren bir saklama şeklidir.
  • Hayvanın kuyruk yağı kazanlarda eritilip, yemeklerde kullanmak için küp ya da kovalara doldurulup saklanır.
  • Yoğurt çömleklere doldurulup, üzerine buğday kepeği dökülür. Kepek yoğurdun suyunu aldıktan sonra üzerine iç yağ dökülür. Ağzı çamurlanıp toprağa kış için gömülür. Buna “tutma yoğurt” denilir.
  • Eskiden buzdolabı ya da soğutucular olmadığı için kesilen etleri taze tutabilmek için serin kuyulara ip yardımıyla kesilen etler sarkıtılırdı. Böylece etler uzun süre tazeliğini korurdu.
  • Yine eskiden yiyecekler toprağa kazılan 1-2 metrelik çukurlarda muhafaza edilirmiş. Bu yöntem, yiyeceklerin bozulmasını önlemek, tazeliğini korumak ve yiyecekleri kış ayları için saklamak amacıyla uygulanır.(Levendoğlu 2006:124)

b-Küresünnilerde Ramazan Ayında İftar Ve Sahur: İslam dinine tabi olan her Müslüman beş farzdan biri olan oruç tutma görevini yerine getirmekle yükümlüdür. Küresünnilerde eskiden sahur vaktinin geldiğini haber vermek için köy veya mahallelerde birkaç kişi görevlendirilir ve sahur vaktinde tüm kapıları çalararak sahur vaktinin geldiğini haber vererek halkı sahura kaldırırlardı. Ramazan ayı çıktıktan sonra köy ya da mahalledeki kişiler para toplayarak sahur için halkı kaldıran kişilere verirlerdi. Eskiden Küresünniler iftar sofralarında yöresel yemek çeşitleri; sahurda ise; pilav, kahvaltılık yiyecekler ve hoşafa ekmek doğrayıp yerlerdi.

Küresünnilerde sofraya kadın ve erkekler aynı anda oturmaz, ayrı ayrı sofralar serilirdi. Gelinler kayınpederlerinin yanında yemek yemez, ağız açmaz, yaşmakla ağızlarını kapatır ve kayınpeder ve büyük kayınbiraderler yanında konuşmazlardı. Günümüzde artık böyle bir adet görülmemektedir.

 

10. KÜRESÜNNİLER’DE GİYİM – KUŞAM

Küresünniler de giyim kuşam eskiye oranla günümüzde çok değişiklik göstermektedir. Günümüzde artık modaya uyum sağlanmaya çalışılırken eski dönemlerde kıyafetler çok sınırlı bir şekilde kalmaktaydı. Eskiden giyilen kıyafetlerin çoğunun farklı şekli ve farklı isimleri vardı. Bunlar;

Gedek: Çocuklara dikilen, dize kadar uzanan gömleğe benzer bir giysiydi.

Sakko: Pardösü tarzında uzun, ayaklar bileklerine kadar gelen kışlık erkek kabanına denilirdi.

Gaberdén: Erkeklerin giydiği kabarık şalvarlara denilirdi.

Çerged: Kadınların eşarplarının üstünden örtülen, kalın kare şeklindeki örtülere denir.

Üçetek: Kadınların giydiği ve üç parçadan oluşan uzun elbiselere denilirdi. Bu elbiselerin yan tarafları gizli yırtmaç tarzında açık olurdu ve önünde farklı renk bir kumaş dikilirdi. Bu kumaşa “mezer” denilirdi.

Gocuk: Erkek ya da kadınların elbise ve şalvarlarının üzerinden bağladıkları genellikle siyah kadifeden yapılan kuşağa denir. Bu kuşak kadınlarda uzun olup arkadan düğüm atılırdı.

Arkalık: Dize kadar içlik tarzı gömleklere arkalık denilirdi. Erkeklerin kullanmış olduğu bir giysidir.

Yün çorap: Yün yıkanıp temizlendikten sonra yün tarağıyla taranır ve “teşi” adı verilen aletle eğrilip ip haline getirilir ve bunlardan uzun ya da kısa çoraplar yapılarak giyilirdi.

Dizleme: Eğrilmiş yünden dize kadar yapılan çoraba dizleme denirdi.

Çarık: Hayvan derisi kurutulup, yanlarından delinirdi. Üst kısmından iple dikilerek giyilirdi.

Kolçak: Kadınların dirseklerine taktıkları üstten lastikli dirsekliklere denilirdi.

Eskiden çamaşırlar yıkanırken, beyaz çamaşırlar odun külü ile renkli çamaşırlar ise, gölden toplamış oldukları “perek” adı verilen soda tuz karışımıyla yıkarlardı.

Makyaj Ve Süslenme: Makyaj tüm kadınların doğasında bulunan ve bir süslenme aracı olarak görülen uygulamadır. Eskiden makyaj ürünleri bulunmadığı için kadınlar kendi makyaj ürünlerini kendi yöntemleriyle hazırlamışlardır.

  • Örneğin; sürme ya da göz kalemi yapmak için, bir tabağa sarı yağ ve fitil bırakıp yakılırdı. Üzerine başka bir tabak çevrilerek yağın yanıp bitmesi beklenirdi. Fitil söndükten sonra çevrilen tabağın üzerinde yağlı bir is oluşurdu. Oluşan bu isi kadınlar tavuk teleği yardımıyla sürme niyetine kullanırdı.
  • Kadınlar dalları pembe renkli olan kök bitkisini allık ve ruj niyetine kullanırlardı.
  • Saçlar kil ile yıkanırdı.

11.KÜRESÜNNİLER’DE ÇOCUK OYUNLARI

Melikan: İki veya daha fazla kişiyle oynanan bir oyundur. 2,5 cm uzunluğunda bir sopa yontulur. Buna dibiş denir. Çukur kazılarak bu sopa üzerine bırakılır. Daha uzun bir sopa dibişin altına sokulup havaya fırlatılır. Karşıdaki kişi bu fırlatılan dibişe kendi sopasıyla vurmaya çalışır. Dibişi en uzağa fırlatan kişi dibişe vurduğu yerden düştüğü yere kadar diğer kişinin sırtında gider

Bır: Bu oyunda kişi sayısı önemli değildir. Çok kişiyle oynanan bir oyundur. İki grup oluşturulur. Orta bir yere ağaç dikilerek etrafı çizilir. Bir grup ağacın yanında ebe olarak bekleyerek karşı grubun ağaca el vurmasını önlemeye çalışır. Eğer bir kişi nöbet bekleyen ebelerden sıyrılıp ağaca el vurursa oyunu o grup kazanır. İç ve dış gruplar yer değiştirerek oyun devam eder.

Gizlempaç: Birden fazla kişini oynayabileceği oyundur. Bir kişi ebe olur ve arkasını dönerek saymaya başlar. Diğerleri saklanır. Yani günümüzdeki saklambaç oyunudur.

Leppik (GırççıGırççı): Genellikle kız çocuklarının oynadığı ve günümüzdeki seksek oyunudur.                                                                                                                             ZeyZey: Dört veya beş kişi ile oynanan bir oyundur. Sopa ile oynanır. Sopa ayak üzerine bırakılarak fırlatılır. Kim uzağa atarsa kazanır. Yakına atan kişi tek nefesle zey- zey- zey-zey diyerek ağaçları toplayıp getirmek zorundadır. Eğer toplarken nefesi yetmezse oyunu kaybeder.

Hakbenebizo: Bu oyunda kişi sayısı önemli değildir. Yere bir ağaç dikilir. Belli bir mesafeden bu ağaca başka ağaçlar fırlatılarak değdirmeye çalışılır. Ağaca vuran kişi hakbenebizo diyerek diğer fırlatan kişilerin ağaçlarına vurarak oyunu kazanır. Kazanan kişi dikilen ağacı işaretleyerek attığı sayıyı belirler. Kimin işareti az ise oyun sonunda cezalandırılır.

Battı Battı: Oynayan kişiler arasında halka oluşturulur. Halkanın ortasında bir kişi ebe olarak bulunur. Halkadakiler bir kemeri ortada duran ebeye yakalatmadan sırasıyla elden ele verir. Kemeri yakalatan kişi ebe ile yer değiştirir.

ÜzükÜzük: Bu oyunda çoraplar dizilir. Bir çorabın içine yüzük bırakılır ve karşıdaki yüzüğün hangi çorap içerisinde olduğunu tahmin edip, bulmaya çalışır. Yüzüğü bulmak için iki kere çorap çekme hakkı vardır. Çekerken gül der ve çeker. Yüzüğü iki hakta bulursa oyunu kazanır.

Aşığ (Aşık): Bu oyun en az iki en fazla dört kişi ile oynanır. Hayvanın aşık kemiğinden çıkan aşık kemikleri toplanıp kurutulur ve yirmi aşık kemiği denkleştirilir. Yuvarlak çizgi çizilir. Büyük aşık kemikleri ile küçük aşık kemiğinin üstüne vurularak çizgiden çıkarılmaya çalışılır. Kim çıkarırsa oyunu kazanır. Bu oyun mahalle ve köylerde farklı şekillerde de oynanır.

Hül (Fırfıra): Tahta ve yumurtamsı şekilde olan oyuncaktır. Bunun sivri ucuna ip bağlanır ve hızlıca yere atılıp döndürülmeye çalışılır.

El ElEpenek: Bu oyunda kişi sayısı önemli değildir. Oyuna göre herkes elini yere bırakır. Ve parmaklar teker teker sayılıp bu oyunun manisi söylenir mani bitiminde kimin parmağının üstünde durursa, o parmağını katlar ve o parmak bir daha sayılmaz. Kimin eli erken biterse oyunu o kazanır. Parmaklar sayılırken şu mani okunur;

El elepenek. Elden çıktı kepenek

Kepeneğin ucu yok, sılemanın saçı yok.

Mindim deveboynuna, deveboynu düz gider.

İçinde meymın gider. Meymının balaları

Meni gördü altına gığlade.

Hol Hol: Bu oyunun ismi hol olarak da bilinir. Hayvan kılından veya ağaç kabuğundan yapılan bir top ile oynanır. İki takım ( genelde onar kişi) halinde oynanan oyunda karşılıklı kaleler veya sınır çizgileri oluşturulur. Her iki takımın oyuncularının ellerinde ucu kıvrık sopalar bulunur. Bu sopalar yardımıyla iki takım oyuncuları topu birbirlerinin kalelerine atmaya (veya sınır çizgilerinden geçirmeye) çalışırlar. Oyun toprak sahada oynanması dışında, kuralları ve gereçleri itibariyle “çim hokeyi” ne benzer niteliktedir.( Levendoğlu 2006:128,129).

Holaşek: oyunun topu sünger veya bez parçacıklarından dikilerek yapılır. İki takım oluşturulur. Birinci grup oyuncularından biri topu havaya fırlatır, diğer oyuncu sopayla topa vurup, olabildiğince uzağa atmaya çalışır. Topa vurulduğu anda, vuranın takım arkadaşları, önceden belirlenen çizgiye kadar koşup geri gelmeleri gerekir. Aynı anda diğer grup topu yakalayıp rakip oyunculara topla vurmaya çalışır. Vurabilirse oyunu kazanırlar. Vuramazlarsa diğer grup oyuncuları sırayla topa vurmaya devam ederler (oyuna ilk başlandığı gibi). Grubun son elemanlarının topa üç defa vurabilme hakkı vardır. Eğer sopayla topa vuramazsa takımı mağlup olur. Oyun, bazı kuralları ile “beyzbol”a benzemektedir. (Levendoğlu 2006:129).

Ok-Yay: Tahtaya çizilen hedefe, ağaç ve iple yapılan yay aracılığıyla atılan ağaçtan yapılma okların isabet ettirilmesine çalışılan oyun. Okun ucunda metal kısım bulunur. ( Levendoğlu 2006:129).

Garşımda:İki grup (takım) halinde oynanan saklambaç. Bir grup gizlenir, diğer grup gizlenen grubu arayıp bulmaya çalışır. Bulmaları halinde, saklanan grup, bulan grup üyelerini, ceza olarak sırtlarında taşımaya mecburdur (saklanılan yerden oyunun başlangıç yerine kadar).(Levendoğlu 2006:130).

Dartop: Oyunun malzemesi ve kuralları, “Amerikan futbolu ”nu anımsatır. Oyunda kullanılan top, hayvan tüyünden oluşturularak, üzerine ip sarılır. Gözenekli ve yuvarlak bir görüntüye sahip olan top, oyuncular tarafından karşı takım sahasının bitiş çizgisine kadar elden ele götürülüp getirilmeye çalışılır. Top eldeyken karşı takım oyuncularına yakalanmamak gerek. ( Levendoğlu 2006:130).

Betberbet: Golf benzeri bir oyundur. Ucu kıvrık bir sopayla vurulan top ( ip veya hayvan tüyünden yapılma), küçük bir çukur içine düşürülmeye çalışılır. Topu kuyuya düşüren oyuncu, oyunu kazanır.(Levendoğlu 2006:130).

14.KÜRESÜNNİLER’DE ÇEŞİTLİ İNANIŞLAR

Her toplumun kendine özgü batılda olsa inanışları vardır. Küresünnilerde de bir takım şeylerin uğur ve felaket getireceğine inandıkları inançları oluşmuştur. Bunlardan bazıları;

  • Eskiden Çarşamba ve cumartesi günleri banyo yapılmazdı. Özellikle Çarşamba günü şeytanın suya el sürdüğüne inanılırdı ve bu yüzden banyo yapılmazdı.
  • Kıbleye doğru yatılmaz, Kuran-ı Kerim var ise yatılan odada üstü kapatılır. Bu genelde batıl inançtan ziyade dinimizde günah olduğunu düşünerek yapılmaz.
  • Gece ıslık çalınmaz, cinlerin musallat olacağı düşünülür.
  • Gece saç taranmaz ve aynaya bakılmaz. Aynaya gece bakanların bahtının kapanacağı düşünülür.
  • Gece tırnak kesilmez, kesilen tırnak sağa sola bırakılmaz, yakılmaz, gömülür. Ortalık yerde bırakılması Günah sayılır. Cuma günü abdest alınıp tırnak kesilir. Cuma günü Müslümanların günü olduğu için yalnız tırnak değil, tüm temizliğe dikkat edilir.
  • Gece diken çıkarılmaz.
  • Gece dikiş dikilmez, sakız çiğnenmez, ateş yakılmaz, sıcak su dökülmez, uğursuzluk sayılır.
  • Gece biri kapısına su dökmüşse üstünden geçilmez cinlerin musallat olacağı düşünülür.
  • Kundaktaki çocuğun üstünden geçilmez, hastalanacağı veya öleceğine inanılır.
  • Cuma günü uğurlu ve hayırlı bir gündür. O gün ölen kişilerin evlerine geldiğine ve ruhlarına Fatiha istedikleri düşünülür. Bunun içinde perşembeyi cumaya bağlayan gecelerde ölmüşlerin ruhu için Yasin-i Şerif okunur.
  • Çocuk doğunca, çocuğun bulunduğu yere çiğ et getirilmez. Çocuğun felç olacağına veya kafasının titreyeceğine inanılır.
  • Çocuk aya gösterilmez. Ay ışığının çocuğu hasta edeceği düşünülür.
  • Çocuğa ayna tutulmaz. Hastalanacağı düşünülür.
  • Çocuğun beşiği boş iken sallanmaz. Bebeğin sancılanacağı düşünülür.
  • Bebeğin eli öpülmez, hastalanacağı düşünülür.
  • Perşembe günü dikiş dikilmez. Hacca giden biri varsa ya da düğün varsa, dikiş dikilmez, dantel ve oya örülmez. Bunun nedeni ise, el –ayaklarının birbirine dolaşacağı ve işlerinin rast gitmeyeceği düşüncesidir.
  • Merdiven altından geçmek uğursuzluktur. Geçen kişinin başına bela geleceği düşünülür.
  • Konuşmayan çocuk kalbur içine bırakılır. Yedi evden ekmek toplanır ve konuşmayan çocuğa yedirilir. Böylece konuşacağına inanılır.
  • Kundaktaki bebek gelişmeyen veya hasta bir bebekse mezarlığa götürülür. Bebek eğer mezarlıkta ağlarsa yaşayacağına, ağlamazsa çok yakın zamanda öleceğine inanılır.
  • Sıtma olan çocuk ziyaret yerlerine götürülür ve orada uyutulur. Üzerine su dökülüp korkutulmaya çalışılır. Korkutulunca bu hastalıktan kurtulacağına inanılır.
  • Çocuk sarılık getirmişse annenin miras altını bebeğin banyo yapacağı suya atılır. Çocuk bu suyla yıkanır ve sarılığın geçeceğine inanılır.
  • Arıların çok olduğu bir yaz ayı varsa, kışın çok çetin ve uzun geçeceği düşünülür.
  • İğde ağaçları çiçek açınca hayvanların sıtmaya yakalandığı dönem olarak düşünülür.
  • Tavşan görmek uğursuzluğa, tilki ise uğura delalettir.
  • Sabah namazından sonra kapı ve pencereler açılır. Buda meleklerin rızık getireceğine inanılır.

Bu tür inanış ve düşüncelerin çoğu eski zamanlarda daha fazla yaşama aktarılırken günümüzde bu tür adetler çok nadir olarak bazıları hala görülebilmektedir.

13.KÜRESÜNNİLER’DE HALK HEKİMLİĞİ

Eskiden doktor ve hastane azlığından veya ulaşım açısından zorluk olduğundan, hastaneye gidebilmek sıkıntılı bir süreç olmuştur. Bu yüzden insanlar kendi yöntemleriyle ellerinde olan ve topladıkları şifalı bitkilerle hastalıkları tedavi etmeye çalışmışlardır bu tedavi yöntemlerinden bazıları şunlardır;

  • Kel olan kişiler zeyer denilen otu ezerek kafaya sarardı. Bir hafta sargıda bekletilirdi ve sargıyı açınca kalan saçlarda dökülürdü. Kel kalan yer iğneyle çizilir ve saçın çıkması sağlanırdı.
  • Göbek düşmesi ve göbeğin fazla su tutmasını tedavi etmek için; kalbur göbeğin üstüne bırakılır ve belden kalburun üstüne gelecek şekilde bir örtüyle kalbur göbeğe bağlanıp, sabitlenirdi. Arasından kısa bir sopa geçirilerek, çevrilirdi. Kalburun göbek üzerine baskı yapıp göbeğin etrafında oluşan suyun dağıtılması ya da yerinden kayan göbeğin tekrar yerine oturtulması sağlanırdı.
  • Kadınlar regl (aybaşı) dönemlerinde oluşan ağrılarını dindirmek için yaban kekik otunu kaynatıp içerler.
  • Kısırlığa tedavi olması için, keçe, kekik çayında yıkanır ve sıkılır. Üzerine kara nıft ve yumurta karıştırılıp rahime sarılır. Bu karışım üç gün boyunca tekrarlanırdı.
  • Soğan kabuğu, sadeyağ ile karıştırılıp kulağa dökülür, kulağın ağrısını dindirir.
  • Keçi tüyü yakılır, tuzla beraber kavrulur. Kesik yara izlerine bağlanırdı.
  • Baş ağrılarına patates bağlanırdı.
  • Romatizması olanlar, dağlardan topladıkları ebegümeci, sorsonik otu, tıssoyi otu, kalkan yaprağı, dereotu, moccerik yaprağı kazanlarda kaynatılarak banyo suyuna katılır ve üzerine hayvan gübresi katılarak banyo yapılırdı.
  • Siyah üzüm ve zeytin ezilerek eklem kırıklarında kullanılırdı.
  • Kan oturan kırıklarda, kan oturan yere hayvanın kuyruk yağı bağlanırdı. Kuyruk yağı oturan kanı dağıtarak iyileştirirdi. Daha sonra kırık olan bölge yerine oturtularak bir hafta boyunca yumurtalı bezle sargıda tutulurdu ve kısa tahtalarla kırık olan bölge sabitlenmeye çalışılırdı. Bu da bir nevi alçı görevi sağlamış olurdu.
  • Kafa kırıldığında şişmesini ve kanamayı durdurmak için ekmek çiğnenip bırakılır veya şeker tozu bırakılır.
  • Sırt ağrıları oluşan kişilere bardak çekme işlemi uygulanırdı.
  • Kesiklerde yonca yaprağı çiğnenip kesiğin üstüne bırakılırdı. Böylelikle kan durdurulmuş olunurdu.
  • Derin kesiklerde bez parçası yakılıp külü kesiğin üzerine bırakılırdı. Buda kanı durdururdu.
  • Vücutta siğiller oluşmuşsa bilen kişiler tarafından çıkan siğil kadar arpa tanesine dua okunur toprağa gömülürdü. Arpalar çürüdükçe siğillerin de kaybolacağı düşünülürdü.
  • Demirev hastalığına (vücutta çıkan mantara benzer kaşıntılı hastalık) bilen kişiler tarafından kınaya dua okunup demirev çıkan yerlere sürülüp iyileştirilmeye çalışılırdı. Ayrıca bu bölge sirkeli suyla da yıkanırdı.
  • Kızamık, çiçek hastalığına yakalananlara şerbet yapılıp içirilirdi.
  • Mide ağrılarına hatim gülü, yılandili otları iyi gelirdi.
  • Yaralı olan bölgeye yılandili otu sarılırdı.
  • Romatizma ve yel vurmasında ısırgan otu bağlanır veya kaynatılarak içilir.
  • Yaraları iyileştirmek için tavuk derisinin içine sigara külü ve limon damlatılıp yara olan bölgeye bağlanırdı.
  • Çıban çıkan bölgeye soğan haşlanıp bırakılırdı ya da yağlı hamur sarılırdı.
  • Yanık olan bölgeye paslı demir sürülür veya domates sürülürdü.
  • Romatizması olan kişiler yere çukur kazar hayvan gübresi çukura dökülür, içine oturulurdu. Ağrıları dindireceği düşünülürdü.
  • Doğada karasakız denilen bitkinin kökü Küresünniler tarafından bilinen en iyi doğal antibiyotik olarak bilinir. Bu bitki dağlardan yerden sökülür ve kökü sıkça çiğnenerek yutulur. Tüm hastalıklara iyi geldiği düşünülür.

Bu tedavi yöntemlerinin çoğu günümüzde uygulanmamaktadır. Ama bazı tedavi yöntemleri sık olmasa da günümüzde hala kullanıldığı görülmektedir.

14.KÜRESÜNNİ DİLİNDE ŞİİRLER

Küresünniler İran’dan göç etmeden ya da vana geldikten sonra âşıkların söylemiş olduğu ve halk arasında yayılmış anonim şiirler bulunmaktadır.

 GIRAT
Geldim dağ serhasından
Gördüm tay zinciledi
Yığılmış cendeyh kuşlare
Men sandım  teyyarade
Gıratı sağ sol edip çevirirler
Tülküler toya geleller
Temır ağa çaldırallar
Zurna başa ne belade.
Gırat hisarında durar  
İtler ete peşin satar
Gurt üstünnen  partav atar
Tülkü başa ne belade
Gırat hisarında durmaz
Gıratın garşını hiçbir at almaz.
Satıcısı olmuş cambaz
Ecemırığ başa ne belade

KÜRESÜNNİ GÜZELİ

Gözleri vardı, bizden asidı.Göllerde silkinen su tanasıde
Irağlı kızıde, Fas balasıde.Terıfin eyleyem gör ne canlıde
Gözleri vardı, benziyer taya.Minadır gerdane, ücedir boye
Küresünni güzeli, Osmanlı soye.Terıfın eyleyim gör ne can lıde
Gökyüzünde vardır bir sürü ıldızIldızlar itilip ay galıp yalgız
Sene gurban olum, göççeyh baldız.

Endir ki cevanın men yâri görüm

DUL AVRAT

Tolungan arğına suyu bağladım.Zeminin merzinde ottum ağladım
Üç gün buğda biçtim bir bağ bağladımOnda gördüm yer buğdadan ücedir.
Koluna bağdım aslan bileğiDedim budur yıkık evin direği
Günde on dört fetır onun horeyiHele doymer tabağa el ater gardaş .
Dedim dul avratte alım özümeÜşağlare böyür bağar sözüme
Dindirende bir avuç kül ater gözüme              nehlet gelsın dul avrade alan kişiye
Dinleyin ağalar diyim nağıle.                            Payız olar goyun tutar ağıle
Günde on dört ineğim sağıle                              bir avuç ayrana möhtacam gardaş
Avradlar içinde avradım  itte.                           Başı sirkelıde dırnağı bitte
Giderem geleremgapı kilitte.                         Bekçiyi salmışam gomşuya gardaş

 

FELEK SANA NEYLEMİŞDİM

Felek sana neylemişdim.

Bağrım başını kan eyledin

Bir yandan evim dağıttın.

Bir yandan yardan eyledin.

Sineme çekmişsin dağı.

Bülbül süz neyliyim bağı.

Ömrümüzün bu son çağı

Gözyaşım umman eyledin.

Dağıttı mülkü malımı

Gurbete saldın yolumu

Gocatdın büktün belimi

Haksız bir divan eyledin.

Dağıttın malı devleti

İskânım kıldın gurbeti.

Çekmedim senden minneti

Katlime ferman eyledin.

Gâh kaldırıp indirirsin

Dost düşmana güldürürsün.

Zindanlara saldırırsın

Yusuf’u Kenan eyledin.

 

Şükür olsun sana Tanrım

Atdım gırığ geldi zarım.

Gapımdaki hizmetkârım

Başımda sultan eyledin

Felek yine oldu düşman

Keşki dönseydi bu zaman

Möhtaci bir nar eyledi.

MOLLA BOZO  (www.küresünni.com).

KÜRESÜNNİ KIZI

Küresünde bir kız gördüm.

Gezer sallana- sallana.

Sanki bir sona kaz gördüm.

Üzer sallana- sallana.

 

Kına yakmış ellerine

Heyran oldum dillerine.

Altın, mihenk tellerine

Düzer sallana- sallana.

 

Kızıl könçe yaz çiçeği,

Budur gözeller göyçeyi.

Saçların hindin ipeyi

Bezer sallana sallana.

 

Dede Katib görsün gözün

Misirde züleyha’nın üzün.

Kaş altında humar gözün

Süzer sallana- sallana.

DEDE KATİB (www. küresünni.com).

 

KÜRESÜNNİ

Kör olaydı bizim babalar gözı                                onlara kim dedi ol küresünni
İndi heç millete gatmırlar bizi.Olubdı eceme gul küresünni

Hakkında Oktay Aslantaş

Yukarı ilerleyin